Doç. Dr. Abdullah Türker

Yaşanabilir Bir Gelecek İçin: Su

Doç. Dr. Abdullah Türker

Canlıların yeryüzünde ilk ortaya çıktığı günden beri yaşamının ve etkinliklerinin vazgeçilmez unsuru kuşkusuz “su” olmuştur. İnsanlar tarafından kurulan ilk medeniyetlerin Nil, Fırat, Dicle, Gökırmak, Sarıırmak, İndus ve Ganj gibi nehirlerin havzalarında ortaya çıktığını görürüz. Günümüzde gelişen teknolojiye rağmen insanların ve diğer tüm canlıların suya olan bağımlılığının halen devam ettiğini söylemek yanlış olmaz. Özellikle 1950’li yıllardan itibaren nüfus artış hızındaki artış ve 2,5 milyar civarında olan toplam Dünya nüfusunun bugün 8 milyara yaklaşması kişi başına düşen su miktarını da ciddi oranda düşürmüştür. 1992’de yapılan Rio Konferansı, Dünya nüfusundaki artışın doğal kaynakların tümü üzerindeki insan baskısını artırdığı ve artık önlem alınması gerekliliğinin vurgulanması açısından önemli bir köşe taşıdır. Çevrenin temelinin oluşturan su, hava ve toprak gelecek nesiller için mutlak suretle korunması gereken varlıklar olarak düşünülmelidir. Günümüzdeki ve geleceği tehdit eden en büyük çevresel sorun olarak değerlendirilen küresel ısınma göstergeleri ve olası senaryolara da bakıldığında gelecekte en büyük sorunun su olacağı ve bölgesel sorunlarında baş aktörü olacağı beklenmektedir. Bilhassa yağış değerlerinin az olduğu kurak-yarı kurak sahalar ile kalabalık nüfuslanmış bölgeler kişi başına düşen su miktarı bakımından hem bugün hem de gelecekte dezavantajlı bölgeler olarak görülmektedir. Dünyanın kaynayan kazanı olan Ortadoğu’da günümüzdeki sorunların büyük bölümünde akarsu havzalarının ve yeraltı suyu bakımından zengin alanların paylaşılmasının da etkisi olduğu görülmektedir. Küresel olarak sıcaklık derecelerindeki artışın devam edeceği senaryolar düşünüldüğünde gelecekte su savaşlarının yaşanacağı da şimdiden konuşulmaktadır. 

Türkiye’nin su varlığı ve kişi başına düşen yıllık su miktarlarına bakıldığında durum hiç te iç açıcı değildir. 2003 yılında yayımlanan makalelerde Türkiye’de kişi başına düşen yıllık su miktarı 2430 m3 olarak verilmişken günümüzde bu rakam DSİ’nin 2020 verilerine göre 1346 m3 civarına gerilemiştir. 17 yılda yaklaşık %40’lık azalma gelecek açısından endişe vericidir. Ülke nüfusumuza her yıl yeni katılan yaklaşık 1 milyon insanı da düşündüğümüzde 2050’li yıllara geldiğimizde durumun vahameti daha da artacaktır. 

Bir birey, ebeveyn ya da eğitimciler olarak bize düşen canlı ve cansız çevre için hayati değere sahip olan suyu korumak ve gelecek nesillere kullanılabilir halde ulaşmasını sağlamaktır. Herkes önce kendinden başlayıp su harcamalarını kısarak, su israfının önüne geçerek, su kaynaklarını kirletmeyerek; ailesine, çevresine ve öğrencilerine rol model teşkil ederek elini taşın altına koymalıdır. Diş fırçalarken, duş alırken, temizlik yaparken, araba yıkarken, meyve yıkarken, bahçe sularken, endüstriyel ve tarımsal üretim yaparken ve aklımıza gelen tüm su kullanım süreçlerinde suyu idareli ve gelecek nesillerin haklarını gasp etmeden kullanmaya özen göstermekle yükümlü olduğumuzu unutmayalım…

“Damlaya damlaya göl olabileceği gibi, çöl de olabilir…”

Doğadaki su sınırlarının farkında olmak ve bu sınırlar içinde yaşamayı öğrenmek, suyu kullanma biçimimizde önemli değişiklikler yapmakla mümkün olabilir. Tarih boyunca doğadaki su sistemlerine, doğal su döngüsünü mühendislik bilgilerinin izin verdiği oranda yöneterek sınırlara dayanmayı öngören bir felsefeyle yaklaştık. Şimdi ise sürekli daha fazlası için uzaklara bakmak yerine yakınlara, kendi yaşadığımız çevreye, evlerimize hatta kendimize bakmalı, suyun yaşamın sürdürülmesinde oynadığı role saygı duyarak, gereksinimlerimizi karşılayacak yeni yollar aramalıyız. 

Daha fazla ekonomik gelir elde etmek amacıyla yapılan yanlışların yol açtığı büyük sorunları günümüzde yaşıyoruz. Aral Gölü’nü besleyen Seyhun (Siri Derya) ve Ceyhun (Amu Derya) nehirlerinin sularının Özbekistan ve Türkmenistan’daki pamuk tarlalarına kontrolsüzce aktarılması bugün Aral’ın neredeyse tamamen kurumasına büyük etki etmiştir. 1900’lü yılların başında 64.000 km2 ile 68.000 km2 alana sahip olan Aral Gölü’nün Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü’nden yaklaşık 18 kat daha büyük olduğunu lütfen göz ardı etmeyelim. (Van Gölü’nün alanı 3712 km2’dir.) Yeraltı sularının kontrolsüzce kullanımına bağlı olarak arazilerde obruk oluşumları artmakta ve toprak çoraklaşmaktadır. Konya Havzası’nda yaşanan obruk oluşumundaki artışta büyük oranda sulu tarım uygulamalarının yaygınlaşmasına bağlı olarak yeraltı suyu kullanımının artması etkili olmaktadır. 

Dünya nüfusunun yaklaşık % 40’ı, en az iki ülke tarafından paylaşılan nehir havzalarında yaşamaktadır. Bu durum zaman zaman ülkeler arasında bu akarsuların su varlığının paylaşılmasında sorunlara yol açabilmektedir. Bazen de bir ülkede yaşanan sorunlar akarsu havzasının diğer bölümündeki ülkeyi olumsuz etkileyebilmektedir. Bu duruma bazı dönemlerde Meriç nehri ve yatağı çevresinde Bulgaristan ve Yunanistan’daki aşırı yağışlar nedeniyle Meriç üzerindeki baraj kapaklarının açılması sonucu ülkemizde yaşanan taşkın ve sel olayları örnek verilebilir. Ancak su üzerindeki çekişmelerin hiçbir yerde Ortadoğu’da olduğu kadar politik sınırları ve ülkelerin ekonomik geleceğini biçimlendireceği düşünülmemektedir. Ortadoğu’da yer alan üç nehir havzasından yalnızca Fırat-Dicle havzasında, mevcut istemler karşılandıktan sonra geriye önemli miktarda su kalmaktadır. Havzayı paylaşan Türkiye, Suriye ve Irak’ın suyu paylaşma konusunda aralarında anlaşma sağlayamamaları yüzünden, ileride ortaya çıkacak çekişmeleri besleyen bir rekabet ve güvensizlik ortamı oluşmuştur. İki nehrin kaynak bölgesi olan Doğu Anadolu’da inşa edilen barajlar (Atatürk, Keban, Karakaya gibi) özellikle Suriye ile olan ilişkilerimizi epey gerginleştirmiştir. 817 km2 göl alanı ile ülkemizin en büyük barajı olan Atatürk Barajı’nın su tutmaya başladığı 1994’te Suriye ile ilişkilerimiz nota verme seviyesine kadar gerilmiştir.

Eğitimin ailede hatta anne karnında başladığını sıkça duyduğumuz ya da telaffuz ettiğimiz bu dönemde yaşanabilir bir gelecek inşa etmek için iyi yetişmiş bireylerin anne-babalarına çok iş düşmektedir. Bu aşamada ebeveynlerce ilk yapılacak iş iyi birer rol model olmaktır. Diş fırçalarken ya da duş aldırırken dalgınlıkla suyu çok harcadığımda 5 yaşındaki oğlumun “suyu çok harcamamalıyız baba! Yoksa kuraklık olur, susuz kalırız!”  uyarısını duymak başarılı bir rol model olduğunuzda bilinçlenmenin çok erken yaşta kazandırılabildiğini bizzat yaşamama sebep olmaktadır. Eğitimin en önemli ayağı olan okul yaşamında ise biz eğitimcilere büyük bir görev düşmektedir. Yaşamın vazgeçilmezi suyun korunması, temiz ve sağlıklı biçimde kullanılması ve gelecek nesillere aktarılabilmesi için iyi birer rol model olmanın yanında suyun önemi ve korunması için neler yapılması gerektiğini öğrencilerimize daima aşılamak için gayret göstermeliyiz. Bu sorumluluk yalnızca okul öncesi ve sınıf öğretmenleri ile coğrafya ve biyoloji gibi bazı branş öğretmenlerine yüklenemeyecek kadar büyük ve herkesi ilgilendirir durumdadır. 
 

Yazarın Diğer Yazıları