Faruk YILDIZ

SENDİKALAR VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ NEREYE KOŞUYOR?

Faruk YILDIZ

Özellikle Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye askeri hareket başlatmasından sonra Kuzey Kıbrıs ve Filistin devletlerinin (!) resmi ağızlarından Türkiye’ye yönelik yapılan olumsuz açıklamalar sonrasında ülkemizdeki bazı sivil toplum örgütlerinin ve sendikalarının milli dava haline getirilen bu mesele için meydanları nasıl doldurduklarını hepimiz biliyoruz.

Elbette gençlikte milli bir şuur olmalı. Elbette çocuklarımız, gençlerimiz tarihini, kültürünü, değerlerini bilmeli.

Ancak bizim için kutsal olan bu kavramların bazı sivil toplum örgütlerince suiistimal edilmesi ve bunun bir güç aracı olarak kullanılmasını da kimse kabul etmez, etmemeli de.

Biz düşünen, fikir üreten insanlar olarak hep şunu arzu ettik:

Keşke bu sivil toplum örgütleri, cemaatler, tarikatlar, sendikalar, vakıflar çocuklarımıza, gençlerimize 17. yüzyıldan sonra neden Batı ile mücadele edemediğimizi hakikatiyle anlatabilmiş olsalardı.

Meydanlarda ABD, Batı ve İsrail’e beddua edeceklerine, lanet okutacaklarına teknolojik ve bilimsel bir devrime ihtiyacımız olduğunu; daha açık bir ifadeyle Müslüman dünyasının Rönesans hareketlerine ihtiyacı olduğunu koşarak çıktıkları o meydanlarda birbirlerini eze eze ellerine geçirdikleri o mikrofonlardan haykırmış olsalardı.

Anlatamazlardı, anlatmazlardı.

Çünkü çocukların, gençlerin, bireyin ve toplumun aydınlanması bu sivil toplum örgütlerinin varlık sebebini ortadan kaldırmak için yeterlidir de ondan.

Birey bilgiyle, bilimle temas ettikçe aklını ve mantığını kullanacak, muhakeme ve sorgulama yetisi devreye girecek.

Bunların olması demek ideolojiyi ve inancı bir araç olarak kullanan sivil toplum örgütlerinin, cemaatlerin varlık sebeplerini yitirmeleri demektir.

Bu sivil toplum örgütleri, cemaatler, tarikatlar, sendikalar ve vakıflar İmparatorluk tecrübesi olan büyük bir millet olarak neden hala yerli bir otomobil üretemediğimizi, Altay Tankı’na neden hala yerli bir motor takamadığımızı, ekonomimizin bu kadar kırılgan olduğunu neden sorgulamadılar ve anlatmayı düşünmediler?

Sendikalar ise memura reva görülen % 3,5’a sessiz kalıp, taahhüt edilen 3600 ek göstergenin rafa kaldırılmasını (büyük bir olasılıkla 3600 ek gösterge 2023 seçiminin ana propagandası olacak, söylemedi demeyin. Çünkü bu siyasi yozlaşmadan ancak böyle bir vaat ile çıkılır) görmezden geldikçe elbette ki arka bahçe yaftasından kendilerini kurtaramayacaklardır.

Bir siyasi düşüncemiz olabilir, bir siyasi örgütü destekleyebiliriz. Ancak yöneticisi olduğumuz sivil toplum örgütünün vizyonunun ve misyonunun dışına çıkılmamalıdır. Vizyon ve misyon bir sivil toplumun kırmızı çizgisidir. Bu kırmızı çizgiler aşıldığı anda o sivil toplum ya da sendika bir siyasi partinin arka bahçesi olmaktan kendini kurtaramaz. Ki şu an hiçbiri kurtaramayacak da.

Sivil toplum gereklidir ve olmalıdır da. Çünkü bir toplumun hafızasının canlı kalması sivil toplum örgütleriyle mümkündür.

Ancak bizim ülkemizdeki sivil toplum örgütleri bu anlayışın oldukça uzağında kaldı.

Bugün ne yazık ki sendikalar, sivil toplum örgütleri liyakatli ve ehliyetli yöneticilerin ellerinde değil. Siyasi gücün, makamın ve çıkarın karşısında eğilip, bükülen, arzı endam eden, haksızlıklar karşısında sus pus olan zatı muhteremler bu sivil toplum örgütlerini ve sendikaları ne yazık ki ziyan etmiş durumda.

Bireyin, toplumun hali sivil toplum örgütlerine de yansımış. Duyarsızlık, ilgisizlik, görmezden gelme, işine geleni görme gibi anlayışlar ne yazık ki sivil toplum örgütleri için bir marifet olmuş.

Bu kısa ve önemli açıklamalardan sonra KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Arap Birliği’nde Filistin Devleti’nin Türkiye’yi Suriye politikalarından dolayı kınaması üzerine yaklaşık bir asırdır Filistin ve Kıbrıs için ağıt yakanları dinlemek istiyoruz.

Her depreşmede kronik bir hastalık gibi her şehrin meydanında nükseden Filistin davasından mustarip bazı (!) Sivil Toplum Örgütlerini dinlemek istiyoruz.

Yine aynı şekilde vatan, millet ve inanç gibi kutsal değerlerle meydanlarda şov yapan dernek, STK, sendika, vakıf ve cemaatleri dinlemek istiyoruz.

Sözün kıssası;

Onlarca yıldır tedrisatınızdan ve tezgâhınızdan geçirdiğiniz gençlere hakikati, aklın ve mantığın ışığında bilim, sanat, kültür ve edebiyatı anlatmış olsaydınız bugün ne Kıbrıs ne de Filistin gibi sadece bizim tanıdığımız devletler (!) bizlere bu muameleyi gösterirdi.

Bir kez daha anlıyoruz ki bireyi ve toplumu bazı sloganlarla harekete geçirebiliriz ama bu bizi güçlü bir ülke yapmaya yetmiyor. Gençler akılla, mantıkla, bilimle, özgür düşünceyle, sanatla, edebiyatla buluşmadıkça gelişmiş bir toplum olmayacağız, olamayacağız.

Bu ülkenin eğitim müfredatı artık kendine bir format atmak zorunda. Yoksa bir asır daha böyle gidecek.

Sorarım size. Bir sivil toplum örgütünün, cemaatin, sendikanın çocuklarımızı, gençlerimizi teknoloji üretmeye, icatlar yapmaya teşvik ettiğini duydunuz mu?

Zekâtlarını, kurban derilerini, sadakalarını, oylarını kime, nereye, niçin vermeleri dışında ne söylediler ki?

Bugün bu misyonu gecikmeli de olsa TÜGVA, İlim Yayma Cemiyeti gibi son yıllarda bu amaçla kurulan vakıflar üstlenmiş bulunuyor gibi. Çocukları bilimle, teknoloji ile buluşturma, matematiği ve fen bilimlerini sevdirme gibi etkinliklerine zaman zaman tanıklık ediliyor. Bunlar gelecek adına güzel gelişmeler.

Bireyin ve toplumun yeni bir şuura, en önemlisi de aklını ve iradesini kullanmaya ihtiyacı var. Bunun yolu da Müslüman dünyasının bir Rönesans hareketi başlatmasından geçiyor.

Yoksa bu sivil toplum ve sendika ağalarının saltanatı başka nasıl sonlandırılır ki?

Düşünür Dücane CÜNDİOĞLU’nun ifade ettiği gibi; “devir vaaz ve vaizler devri, hakikat saklanmasında ne yapsın.”

Kalın sağlıcakla.

Yazarın Diğer Yazıları