YÜZÜMÜZÜ KIZARTACAK BİR GEÇMİŞİMİZ YOK
GÜLŞAH ALTAŞ/Almanya Parlamentosu'nda 'Ermeni Soykırımı'nı tanıyan karar tasarısının kabul edilmesinin ardından Türkiye genelinde başlayan tepkiler arta
GÜLŞAH ALTAŞ/Almanya Parlamentosu’nda ‘Ermeni Soykırımı’nı tanıyan karar tasarısının kabul edilmesinin ardından Türkiye genelinde başlayan tepkiler artarak devam ediyor. Tasarıda 1915 olayları soykırım olarak nitelendirilirken, Almanya’nın o zamanki rolü utanç verici olarak tanımlanıyor ve tarihi sorumluluk kabul ediliyor.
Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Osman Umar ile Ermeni sorununun çıkış noktası, Tehcir Kanunu ya da resmi adıyla Sevk ve İskan Kanunu’nun kapsamı, Ermeni lobilerinin amacı, sorunun çözümü noktasında yapılabilecek çalışmaları konuştuk.
Hakimiyet Gazetesi’nin sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Ömer Osman Umar, Ermenilerin en mutlu ve huzurlu dönemini Osmanlı Devleti döneminde yaşadığını hatta devletin en önemli kademelerinde görev aldıklarını söyledi.
Bölgedeki yabancı okulların ve misyonerlerin faaliyetleri sonucunda Ermenilerin Osmanlı’ya karşı tavır aldığını belirten Prof. Dr. Umar, Tehcir Kanunu’nun o dönemde alınabilecek en doğru karar olduğunu ifade etti.
Prof. Dr. Umar, Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen ‘Ermeni Soykırımı’ karar tasarısını değerlendirerek, “Tabi bu genel olarak siyasi bir karar. Yani Almanya’nın böyle bir karar alması daha çok Ermeni lobilerinin yapmış olduğu çalışma neticesinde ortaya çıkmıştır. Buna dışişleri açısında da gerekli tepki gösterilmeli. Ancak bu tepki gösterilirken de tümden ilişkilerimizi keselim şeklinde değil, sadece Türkiye’nin bu hususta hassas olduğu vurgulanmalı” dedi.
*** Osmanlı Devleti zamanında Ermenilerin durumu neydi? Bu sorun nasıl ortaya çıktı?
Türklerin Anadolu coğrafyasında bulunduğu dönem içerisinde Ermeniler en mutlu ve huzurlu zamanlarını genelde Osmanlı hakimiyeti döneminde yaşamışlardır. Bizans döneminde daha çok dini baskılar, mezhepsel baskılar ve vergiler altında ezilen Ermeniler, Osmanlı döneminde ilk defa mutlu ve huzurlu bir dönem geçirdiklerini görmekteyiz. Osmanlı da Ermenilere güvendiği için kendilerine ‘Millet-i Sadıka’ unvanı vermiştir. Hatta o dönem içerisinde Ermeniler devletin tüm imkanlarından faydalanmışlardır. Yani Osmanlı genel olarak etnik ve dini ayrım yapmadığı, tüm unsurlar eşit muamele ettiği için Ermeniler de bu hoşgörü siyasetinden yararlanmışlardır. Öyle ki o dönemde Osmanlı toplumu içerisinde en önemli devlet kademelerine geldiklerini görüyoruz. İyi dil bilmelerinden dolayı dış işlerinde tercüme odalarında kullanılmalarından dolayı da o dönemde devletin en ince sırrına dahi vakıf olmuşlardır. Bu nedenle çağdaş olan toplumlarla, devletlerdeki Ermenilerin durumuyla Osmanlı’dakini kıyasladığımızda doğal olarak en mutlu ve huzurlu olan Ermenilerin Osmanlı hakimiyeti altında olan Ermeniler olduğunu açık bir şekilde görüyoruz. Ancak daha sonra bilhassa Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik akımı, Rusya’nın, Fransa’nın ve İngiltere’nin kışkırtmasıyla birlikte yavaş yavaş Ermeniler Osmanlı’ya tavır almaya başladılar. Bölgedeki yabancı okulların ve misyonerlerin faaliyetleri sonucunda da ilk defa Ermeniler Osmanlı’ya karşı tavır aldılar. Osmanlı Devleti de bu dönem içerisinde tüm toplumlara, milliyetçilik akımı ve ayrılıkçı fikirlere rağmen hiçbir zaman ayrım yapmamış, bir Türk Devleti veya ırkçı bir devlet görüntüsü vermemiştir. Çünkü tüm milliyetçilik fikirleri yayılmasına rağmen, mesela biz de Türk Ocağı’nın kuruluşu 1912’lerde oluyor. Yani Osmanlı Devleti, devletin asıl kurucusu olduğu için olaylara hiçbir zaman etnik anlamda bakmamıştır. Diğer taraftan bu kışkırtmalarla birlikte o dönem içerisinde yavaş yavaş küçük çaplı bir takım isyan hareketleri ortaya çıkmıştır. Tabi bunlar yapılırken bilhassa Rusya da bu tür hareketleri en fazla destekleyen devletlerden birisi olmuştur. Önemli bir unsur olarak belirtilmesi gereken konu da Ermenilerin genelde Hınçak ve Taşnak gibi bir takım cemiyetler vasıtasıyla organize edildiğini ve kurulan bu örgütleri kiliselerin de desteklediğini görüyoruz. Bu hareketler yavaş yavaş yeşermişken Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’na girmiştir. Savaşın başlamasıyla birlikte Osmanlı Devleti Doğu Cephesi’nde Rusya ile çarpışırken bu kışkırtmaların etkisiyle bölgedeki Ermeniler bilhassa müslüman erkek nüfusun askerde olmasından faydalanarak başta Erzurum ve doğu bölgesi olmak üzere buradaki Müslüman Türk köylerinde şiddet hareketinde bulunmuşlardır. Bu şiddet hareketleri öldürme, insanları camilere toplayarak yakmaya kadar giden bir takım hareketlerdir. Bugün Erzurum ve çevresinde yapılan kazılarda bu net olarak ortaya çıkmaktadır. Tabi Osmanlı bir taraftan savaşta dış devletlerle mücadele ederken bir taraftan da böyle bir iç meselenin ve isyanın çıkmasından dolayı bu isyan zamanla Türk halkıyla Ermeniler arasında bir mücadeleye dönüşmeye başlayacaktı. Bunun üzerine bunu önlemek, cephe gerisinde düzeni sağlamak, Ermenilerin savaş sırasında Rusya’ya ajanlık yapmalarını engellemek, huzur ve sükunu sağlamak amacıyla 27 Mayıs 1915’te Tehcir Kanunu çıkarıldı. Diğer bir deyimle Sevk ve İskan Kanunu’yla birlikte bu bölgelerde isyan çıkaran, halka şiddet hareketinde bulunan Ermenilerin daha güvenli bölgelere sevk edilmesi kararı alındı. Bu sevk kararı içerisinde genel olarak baktığımızda örneğin hastalar, yaşlılar, çocuklar sevk edilmeyecekti. Ermeniler buna rağmen o dönemde çoğu kendi isteğiyle Tehcir Kanunu çerçevesinde gitmek istemiştir. Suriye bölgesine göç ettiriliyorlar ve orada bırakılmıyorlar. Orada göç edip gittikleri taktirde barınakları, evleri hazırlanmış ve ona göre göç ettirilmişlerdir. Yani herhangi bir kargaşa veya ‘ne olacağız’ muamması da yoktu. Önceden bunlar hazırlanmış ve buna bağlı olarak göç işlemi gerçekleştirilmiştir. Tabi bu göç işlemi sırasında bilhassa o dönem içerisinde gerek tabiat şartlarından gerekse toplu bulunmanın meydana çıkarmış olduğu bulaşıcı hastalıklardan dolayı bazı Ermenilerin vefat etmesini bugün soykırım olarak nitelemektedirler. Eğer Osmanlı Devleti soykırım yapmış olsaydı hiçbir Ermeni oraya sağsalim ulaşmazdı ve Osmanlı sınırları içerisinde hiçbir Ermeni kalmazdı. Bu sadece Tehcir Kanunu’nun uygulandığı alanda belirli güvenlik alanlarını oluşturuyor. Bunun dışındaki alanlarla ilgili herhangi bir şey söz konusu değildi. Burada şunu belirtmemiz gerekir. Tehcir Kanunu, sadece bir yerden bir yere göç ettirilme sadece Ermenilere yapılmamış. Tarihe baktığımızda Osmanlı Devleti yeni bir yer fethettiği zaman bir yerdeki aşireti oraya götürüp yerleştirmiştir. Mesela iki aşiret arasında mücadele olduğu zaman birini alıp fethettiği yeni yere götürüp yerleştiriyor. Balkanların Türkleşmesi ve Müslümanlaşması bu göç siyasetiyle olmuştur. Bir yönden o bölgedeki sorun çözülüyor, diğer yandan da fethedilen yerin Türkleşip Müslümanlaşması sağlanıyordu.
*** Bu anlattıklarınıza göre o zaman tehcir kararı doğru bir karar mıydı?
Tabi ki doğru bir karardı. Siz bir savaş ortamındasınız ve böyle bir mücadele ortaya çıkmış. Bir yanda düşmanla işbirliği yapılıyor bir yanda bölgedeki halkı katlediliyor. Savaş ortamında cephe gerisinin güvenliği önemlidir. Dolayısıyla mecburen böyle bir karar almak zorundasınız. Osmanlının bunun dışında yapabileceği herhangi bir şey yoktu. Bu da o dönem içerisinde alınabilecek en iyi kararlardan biriydi.
***Peki hocam Almanya’nın sözde soykırım tasarısını kabul etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabi bu genel olarak siyasi bir karar. Yani Almanya’nın böyle bir karar alması daha çok Ermeni lobilerinin yapmış olduğu çalışma neticesinde ortaya çıkmıştır. Diğer devletlerin de böyle bir kararı almasındaki temel neden Ermeni lobilerinin faaliyetleridir. Bu olay tarihi bir olaydır. Tarihi bir olay hususunda devletlerin siyasi bir karar alması yanlıştır. Bilimsel bir özellik göstermez sadece siyasi bir karar olarak kalır. Tabi bu kararları hiçbir zaman için küçümsemek gerekir. Yani mutlaka dış ilişkiler açısından buna bakmak gerekir. Almanya böyle bir karar alıyor ama biz biliyoruz ki Almanya geçmişte Yahudilere karşı bir soykırım gerçekleştirmiştir. Yahudilere yaptıkları ortada. Geçmişinde böyle bir bağlantısı olan bir devletin böyle bir karar almış olması düşündürücü. Diğer bir nokta da bizim atalarımız hiçbir zaman tarihi süreç içerisinde bizim yüzümüzü kızartacak veya utanacağımız hiçbir olay bize yaşatmamışlardır. Tarihi açıdan bize en temiz sayfaları bırakmışlardır. Bilhassa hiçbir zaman insanlık suçu işlenmemiştir. Diğer Türk devletleri için de bu böyledir. Türk örf, adet ve geleneklerinde insan çok büyük değer verilir. İslamiyet’in kabulüyle birlikte bu daha da perçinlenmiştir. Bu nedenle atalarımızın geçmişimizle utanacağımız veya geçmişimizle övünmemizi engelleyecek bir girişimini tarihi süreç içerisinde, tarihi belgelerde görmüyoruz. Bu sadece diğer devletlerde vardır. Mesela Fransa’nın Kuzey Afrika’da ne derece sömürgeci bir politika izlediğini görüyoruz. Fransa’nın o dönemde Cezayir’de yaptıkları bugün ortada. Aynı tasarıyı kabul etmeleri nedeniyle bu örneği veriyorum. Bu dönem içerisinde önemli diğer bir nokta da Amerika da ilk geldiği zaman Amerika Kıtası’nda Kızılderililer vardı ama bugün onları göremiyoruz. Ama Osmanlı coğrafyasında Osmanlı bölgeden çekildikten sonra bırakın bu insanları soykırıma tabi tutmayı bulunduğu bölgedeki insanların din, etnik ve kültürel yapısına dokunmadığı için bugün o sahada birçok devletin oluştuğunu görüyoruz. Yani eğer Osmanlı bırakın soykırım yapmayı asimile politikası izlemiş olsaydı bugün Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya, Arap ülkelerinin hiçbiri olmayacaktı. Buna dışişleri açısında da gerekli tepki gösterilmeli. Ancak bu tepki gösterilirken de tümden ilişkilerimizi keselim şeklinde değil, sadece Türkiye’nin bu hususta hassas olduğu vurgulanmalı. Tabi dış politika farklı bir alan ve içinde bulunan konjonktür de önemli. Ama öyle bir politika izlenmeli ki Türkiye’nin bilhassa bu konuya gösterdiği hassasiyet diğer devletlere de gösterilmeli ve diğer devletler de peşinden gelmesi. Bu inceliğe dikkat edilmeli. Uluslar arası arenada bunun siyasi bir karar olduğu ve tarihi bir hakikat olmadığı vurgulanmalı. Çünkü Ermeni lobilerinin bu şekilde hareket etmesinin sebebi geleceğe bir basamak ve altyapı oluşturmaktır. Yani yavaş yavaş yeni nesillerde, ‘böyle bir karar alınmışsa demek ki böyle bir şey varmış’ şüphesi ortaya çıkacak. İşte bu sağlanmaya çalışılıyor. Bu yönde eğer gerekli titizlik gösterilmezse ileride tazminat, toprak talebine giden bir yola girilmesi hedefleniyor. Ermeni lobilerinin amacı bu. Ancak bunun tarihi bir gerçeklikten uzak olduğunu bilmeliyiz.
*** Almanya ile birlikte sözde Ermeni soykırımını kabul eden ülke sayısı 26 oldu. Bununla ilgili neler söyleyeceksiniz?
En uygunu bu tür hususların siyasi karar olduğunu vurgulamak gerekir. Ermeni lobileri dışarıda çok etkin. Bazen bakarsınız Avrupa’daki seçim dönemlerinde bu Ermeni lobileri çok iyi hareket edip bu tür kararlar alınmasını sağlıyor. Bu açıdan bakmak gerekir. Bunun önlenmesinin yolu da tarihi bir karar olduğu için olay tarihçilere bırakılmalı. Bizim Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğümüz, Başbakanlık Osmanlı Arşivimiz var. Buradaki arşiv de tüm araştırmacılara açıktır. Bu ülkelerdeki insanlar da gelip buradaki belgelerden faydalanabiliyor. Hatta bununla ilgili zaman zaman Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Ermenilerle ilgili bu belgeleri yayınlıyor. Doğal olarak o belgelere bakıldığı zaman böyle bir şeyin kesinlikle olmadığı net bir şekilde görülüyor. Ortak çalışma yapma yönünde tarihçiler önerilmeli ve arşivlerimizin açık olduğu, gelip faydalanabilecekleri vurgulanmalı.
*** Son yıllarda Ermenistan ile Türkiye arasında görüşmeler başlamıştı. Hükümet bu sorunun çözülmesi için ‘Gelin tüm arşivlerimizi açalım’ dedi. Ancak bu karşılık bulmadı. Bunu nasıl değerlendireceksiniz?
Onlar da böyle bir şeyin olmadığını bildiği için bu tür şeylere yanaşmıyorlar. Nerede Ermeni soykırımı yapıldığını iddia ediyorlarsa o bölgeyle ilgili arşiv belgelerine bakılabilir. Bunun net bir şekilde ortaya çıkacağını bildikleri için bunu kabul etmiyorlar. Yoksa Türkiye üzerine düşen tüm önerilerini yapmıştır. Diğer taraftan sadece bununla ilgili değil yayınlar açısında da bu yapılmalı. Birçok üniversite ve devlet kurumlarında Ermenilerle ilgili sempozyumlar düzenleniyor. Bunlardan biri de Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’na bağlı Atatürk Araştırma Merkezi. Çok yakın bir zamanda Atatürk Araştırma Merkezi ile Bitlis Eren Üniversitesi arasında Türk-Ermeni İlişkilerinin Bölgesel Politikalara Etkisi konulu bir sempozyum yapıldı. Bu sempozyumlar yapılarak hem kendi insanlarımızın bu konuyla ilgili tarihi açıdan aydınlatılmalı hem de diğer ülkelerden uluslar arası sempozyumlar olduğu için bu kişilerin gelmesiyle gerçeklerin fark edilmesi ve burada bilgilenmeleri sağlanmalı. Aynı şekilde zaten devlet kurumlarında ve Atatürk Araştırma Merkezi gibi kurumlarda bu çalışmaların büyük bir kısmı da İngilizceye ve başka diğer dillere de çevrilerek bilim alemine sunuluyor. Tabi bunların amaçları bilimsel açıdan bakmak olmadığı için bu tip kaynaklara bakma gereği duymuyorlar. Onlar daha çok Ermeni lobilerinin vermiş olduğu bilgiler çerçevesinde hareket ediyorlar.
***Sempozyumların ve bilimsel yayınların önemine değindiniz. Bunun yanı sıra arşivlerin de açılmasıyla sözde soykırım algısı değişir mi?
Arşivlerimiz zaten açık. Ermenilerle ilgili belgeler açık. Nasıl ki ben bir araştırma yapabiliyorsam dışarıdaki bir araştırmacı da gelip Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne başvurarak araştırma yapabiliyor. Bunda bir sıkıntı yok. İsterlerle Türkiye bunlara beraber komisyonlar kurarak çalışma teklifinde de bulunuyor. Ama bunların görmek ve duymak istediği farklı şeyler. Doğal olarak bu kendileri açısından bir şey sağlamayacağı, emellerine hizmet etmeyeceği için buna yanaşmıyorlar. Çünkü tarihi hakikat ortaya çıktığı zaman Ermeni lobilerinin o soykırım iddiaları tamamen asılsız kalacak.
*** Bize vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz hocam. Son olarak eklemek istediğiniz var mı?
Ben teşekkür ediyorum. Vurgulamak istediğim tüm ilişkilerin kopmasından ziyade hassasiyetlerimizin karşı tarafa htirilmesi. Buna çok dikkat etmeliyiz. Buna tepki verirken tüm ilişkilerimiz kesersek kendimize zarar vermiş oluruz. Bu dengeleri iyi ayarlamak gerekir.