Yemen Türküsü'nün Gerçek Hikayesi

Başak MERAL GÜNDÜZ/Elazığ Belediye Başkanı Şahin Şerifoğulları'nın Kültür ve Tarih Danışmanı Araştırmacı Yazar Sedat Çağlıyan Yemen Türküsü'nün gerçek hikayesini gazetemize anlattı.

Yemen Türküsü'nün Gerçek Hikayesi
TAKİP ET Google News ile Takip Et

YEMEN’E GİDEN ASKERLERİMİZ İÇİN YAKILMIŞTIR

Sedat ÇAĞLIYAN’Yemen’e giden askerlerimiz için Elazığ’da yakılmıştır. Tarih 20 Nisan 1905’e gelindiğinde İmam Yahya Sana’yı İşgal etmiş ve Osmanlı’dan yaklaşık 16.000 silaha da el koymuştur. Bu isyancı bir imam için oldukça büyük bir kazanımdır. Yemen, Türk askerleri için gittikçe büyüyen bir azap olmaya başlamıştı. Osmanlı, artık Yemen’deki isyancılarla değil kendi çıkarları için Müslümanları birbirine düşüren İngilizler ve Fransızlarla da savaşıyordu. Fakat her ne pahasına olursa olsun Osmanlı Yemen’den vaz geçemezdi.Çünkü Yemen, hem hac vazifesini yerine getirecek hem de Süveyş kanalının açılmasıyla birlikte gemi ile yurt taşıyıcılığında bölgesindeki en kısa ve en önemli ticaret yolu haline gelmişti. Ayrıca Yemen’i bırakmak demek onları İngilizlerin ve Fransızların kucaklarına atmak demektir. İsyancılar bunu ne kadar bilmeseler de İngiliz ajanlarının yaptığı İngiliz himayesine girme propagandaları bunun en büyük göstergelerinden biriydi. Bunu İstanbul hükümeti çok iyi biliyordu ve Yemen’e asker gönderilmesi için Bab-ı Ali’ye gerekli bilgiyi ve evrakları gecikmeden göndermişlerdi. Bab-ı Ali’ye gönderilen evrakların Anadolu’dan asker toplanması yönündeydi olduğunu ifade etti.


YEMEN’E GİTMEK ‘GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR YOLCULUKTU’

Sedat ÇAĞLIYAN” Anadolunun bir çok babayiğidi Yemen’e gidecekti. Anadolu çok iyi biliyordu ki Yemen’e gitmek “Geri dönüşü olmayan bir yolculuktu”.
Yemen isyanlarının başlamasıyla Hoca İshâk Efendi ailesine mensup Harputlu İzzet Paşa; Yemen redif orduları Grup Komutanlığına atanır. Bu atama ile İzzet Paşa’nın omuzlarına büyük bir yük biner. İzzetpaşa, savaşlarda askeri komuta etmek için yetişmiştir fakat kendi hemşerilerinden can istemek belki de olması gerekenden fazla bir yüktür. Satır başı takvim 14 Mayıs 1905’i göstermektedir. Harputlu İzzet Paşa, Elazığ’da bulunan tarihi valilik binasında rütbeli subaylar ve Harput uleması ile öğleden önce bir toplantı düzenleyerek 1904 yılında Yemen’de isyanların nasıl başladığını ve nasıl geliştiğini bir felaket senaryosu çizerek anlatır. İzzet paşa aynı gün toplantıdan hemen sonra Harput ailesine bu meydanda toplanma emri verir. Öğle namazını, Sara Hatun Camii’nde  kılan İzzet Paşa, bir hafta öncesinden hazırlanan kürsünün üzerine çıktı. Ben bugün buraya sadece öğle namazı kılmaya değil sizden can istemeye geldim. İzzetpaşa, altı çocuklu ailelerden 4,4 Çocuklu ailelerden ise iki kişinin askere alınacağını ve her haneden muhakkak asker çıkacağını söyler. Harput’un delikanlıları bu habere sevinirken 93 harbini görmüş büyükler, savaşın hüznünü ve acısını biliyor ve içleri kan ağlıyordu. Harput ahalisi yaklaşık iki ay öncesinden Yemen’e Harputtan ve çevresinden askerlerin gideceği haberini bizzat Harputlu İzzet Paşa tarafından almıştı. Bu iki aylık zaman çerçevesinde Yemen’e gidecek askerler belirlenmiş ve kayıtlar yapılmıştı. Artık yavaş yavaş hareket saati yaklaşıyordu. Her topta bugüne kadar görülmemiş sıcak bir gün yaşanıyordu. Sıcak, adeta insanların iliklerine işliyordu. Bu sıcağın altında askere gidecek delikanlılar, yavaş yavaş toplanıyor belki de aileleriyle son kez vedalaşıyorlardı. 7 Temmuz 1905 Cuma Elazığ’da bulunan birinci redif taburunun Yemen’e hareket günüydü. Elazığ’ın Mustafa paşa mahallesi (Seko) dördüncü Ordu karargâhı olarak kullanılan kırmızı konak ve şimdiki Ordu evinin bulunduğu yerdeki kışlanın önündeki geniş saha kadın erkek çoluk çocuk ile hıncahınç doluydu. Bu topluluk başlarına gelecek akıbeti ve ebedi ayrıldığı o an hissetmiş gibi birbirlerine kenetlenmiş hıçkırık, gözyaşı deryası içinde yarı aç yarı tok akşamdan sabaha kadar gözlerine uyku girmeden beklediler. Bu inilti muazzam bir asker topluluğunun ve aynı zamanda yüzlerce ana baba, kardeş ve nişanlıların topyekün içten gelen ızdıraplarının yansımasıydı. Kışlanın ardındaki söğüt ağaçlarının altında komutanlar tarafından Yemen’e gidecek askerleri komutanları öğüt veriyordu. Sabah olunca bir kaynaşmadır başladı. Nihayet sonunda bir borazan çalıyor ve borazan sesleri bu kalabalığı ikiye ayırır. Hareket dakikalarında bir çığlık kopar. Bu feryat, bir daha kavuşamamanın zehrini içlerine akıtır gibi yanarak tutuşan bir kitlenin feryadıydı. Önde gidenler Yemen yolcularıydı. Bunların arkalarından koşanlar ise analar, babalar, kardeşler, nişanlılar ve çocukları kucaklarında kadınlardı. Bu kalabalık kitle taburu adım adım şehirden uzaklara kadar takip ederler. Bu ızdırap, bu acı, bu gözyaşı Harputun meşhur şairleri tarafından yemen türküsünün yakılmasına neden olmuştur. İzzet paşa daha sonra Yemen’deki isyanların bastırılması sırasında kendisine bağlı iki Yemen Arap redif alayının ihanetine uğrayarak Türk asker ve subayları ile birlikte şehit edilerek naaşı paramparça edilmiştir.

Havada bulut yok bu ne dumandır Mahlede ölüm yok bu ne şivandır 
Şu Yemen elleri ne de yamandır
Ano Yemendir gülü çemendir 
Giden  gelmiyor acep nedendir 
Burası Huştur yolu yokuştur 
Giden gelmiyor acep ne iştir 
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var 
Bir çift kundurayla bir al fesi var
Kışlanın  önünde sıra söğütler
Zabitler  oturmuş asker örgütler Yemen’e gidecek bu koçyiğitler.

Muşlular bu türküyü kendi yöresine mal etmek istiyorlar . Ama bu türkü özbeöz Elazığındır . Türküde konu olan redif kışlaları  Elazığdadır . Muş’ta redif kışlaları yoktur”dedi.