Dünden bugüne çok aşamalardan geçtik.
Dünden bugüne, çok yakın, çok dostlarımızı sonsuzluğa uğurladık.
Dünlerde iletişim bu değin gelişmiş, bu değin çok yol da almış değildi.
Elazığ gazetesinde yazdığımız o güzel yılları, o unutulmaz yılları göz önüne getiriyorum.
Başta baba Necip Bingöl, oğulları Sadık Bingöl, Coşkun Bingöl, köşe yazarları öğretmen Rauf Akçay, Dr. Mutemit Yazıcı, Fikret Memişoğlu, Destan Şairi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu şöyle bir canlanıp duruyorlar gözlerimin önünde. Dr. Mutemit Yazıcı, gazeteci Sadık Bingöl Elazığ’da kurulan her hayırlı kuruluşta görev alır ve bu görevlerini bir ustaca yerine getirmeye çalışırlardı. Harput Sayfiye Evleri Yapı Kooperatifinde de birlikteydik. Rahmetli Fikret Memişoğlu da hep aramızda olur, çok değil 15 günde bir Milli Eğitim Müdürlüğü binasının giriş katındaki Halk Eğitimi Başkanlığı’nda bir araya gelirdik. Sevilen ve sayılan Ticaret Odası Başkanı Sıtkı Arpacı da hep aramızda bulunurdu. Fırat Üniversitesi Kurma ve Yaşatma Komitesinde de Vali Zekeriya Çelikbilekli, Veteriner Fakültesi Dekanı rahmetli Mustafa Temizer ve Belediye Başkanı Şükrü Kacar’dan sonra görev alan 15’i aşkın üyenin arasında da bu değerli kişiler bulunurdu. Şimdi elimde o günleri anımsatan bir yazım var. Elazığ gazetesinin 37. Yılına ait bir yazı. Ama Elazığ imzasıyla Elazığ gazetesinde yer almış. Sevdiğimiz ve o değin değer verdiğimiz öğretmen ve destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, bu yazım ile ilgili “37 SENE” başlıklı bir yazı yazmış bulunuyorlar. Yıllar sonra arşivimdeki dosyaları karıştırınca Niyazi Beyin bu anlamlı ve güzel yazısı beni gene o günlere götürüyor. İster istemez bu güzel yazıyı bir daha köşeme taşıyıp değerli okuyucularımın dikkatlerine sunmayı bir görev olarak kabul ettim. İşte o yazı ve sürekli düşlerimizde yaşayan Destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu..
37 SENE
Önümde “ELAZIĞ” gazetesinin 24 Şubat 1987 tarihli ve 11291 sayılı yazısı duruyor. Ön sayfada, merhum Necip Bingöl Beyin bir klişesi yer almış… Aşağıda “37. YIL” başlıklı çift sütun üzerine bir yazı. Altındaki imza “ELAZIĞ”. Fakat dilinden ve üslubundan belli ki, sayın Şükrü Kacar tarafından kaleme alınmıştır.
Bu tablo; az çok mürekkep yalamış kimseler için heyecan verici ve hatta göz yaşartıcıdır. Dünyanın her yerinde gazeteler çıkar, her birinin az veya çok okuyucuları vardır. Bu okuyucuların pek çoğu, gazetelerin nasıl çıktığından habersizdirler. Her sabah, akşam ellerine aldıkları gazetenin hangi safhalardan geçerek bu hale geldiğini düşünmezler bile… Ben tek kelime ile söyleyeyim; gazetecilik “Çileli” bir iştir getirici olmaktan ziyade götürücüdür.
Demek ki Bingöl ailesi 37 yıl gibi bir zaman zarfında bu çileli işe katlanmıştır. Katlanmaya devam etmektedir. Kendilerini tebrik ederken, aynı zamanda sabır ve daha nice 37 yıllar diliyorum.
“Çilelidir” derken gazeteciliğin izahı zor, cezbedici bir yanı olduğunu da söylemek gerekir. Bu cazibesi olmasaydı, 37 yıl değil, 37 gün dayanabilmek mümkün değildi. Bu husus, mahalli gazeteler için bilhassa böyledir.
24 Şubat 1950, öğretmenliğimizin ilk yılları… Gençlik çağlarımız. Yanılmıyorsam Elazığ’ın nüfusu o yıllarda ellibin civarındadır. Sevimli küçük bir şehir, sevimli hemşeriler…
Necip Beyi ve büyük oğlu Sadık Bingöl’ü “Bingöl Kitapevi”inden tanıyorum. Coşkun Bingöl henüz çocuk denebilecek çağlarda. Ben 21 yaşındayım. İlk şiirim (adını şimdi hatırlayamıyorum. ) ve imzam bu gazetede çıkıyor. Bir yıl sonra İstanbul’da haftalık çıkan “Orkun” dergisinde şiirlerim yayınlanmaya başlıyor. Yazı hayatımın ilk gözağrısı Elazığ gazetesi… O yıllardan bugüne sık veya seyrek olarak bu gazetede manzum, mensur yazılarım çıktı. Son yıllarda Elazığ’a her gidişimde ilk uğradığım yer Bingöl Matbaası’dır. Yukarıda söylediğim “İzahı Zor Cazibe” beni hep oraya çeker. Ben orada kendimi daima zinde ve rahat hissederim. Hatıraların beni gençleştirdiğini duyarım.
Elazığ gazetesinin üzerimde emeği ve hakkı vardır. Benim de bu gazetede emeğim ve hakkım vardır. Bunları söylemekten büyük zevk aldığımı da ilave etmeliyim.
Her işte olduğu gibi gazetecilikte de insan unsurunun önemi inkâr edilemez. Gazete yazı demektir. Okunabilen, kendisini okutabilen yazı… Bu gazete Elazığ’ın en iyi kalemlerini yazdırabilmiştir. Benim hatırlayabildiğim kadarıyla; Rahmetli Nurettin Ardıçoğlu, Fikret Memişoğlu, Haydar Duman, Mutemit Yazıcı… (hatırlayamadıklarımdan özür dilerim.) halen yazmakta olan muhterem Rauf Akçay ve Şükrü Kacar..
Yukarıda saydığım kalemlerin, yazmak sanatı ve kafa dolgunluğu bakımından, İstanbul gazetelerinin başyazarları seviyesinin üzerinde olduklarını iddia edebilirim. Tek farkları “amatör” olmalarıdır.
“Elazığ” gazetesinin koleksiyonlarına sahip olanlar bazı dönemlerde bu gazetenin mahalli çerçeveyi çok aşmış olduğunu görebilirler.
“37, YIL” başlıklı yazıda da belirtildiği gibi mahalli gazetelerin pek çok meseleleri vardır. Bu meseleler, yıllardır devam edegelmekte ve bir türlü çözüme kavuşturulamamaktadır. Bu yüzden mahalli gazetecilik ilerleyeceği yerde gerilemekte veya yerinde saymaktadır. Hâlbuki mahalli basının önemi ve fonksiyonları diğerlerinden az olmadığı gibi bazı hususlarda önde bile gelebilir.
Elazığ gazetemizin 37. Yılını kutlarken Necip Bingöl Beyi bir kere daha rahmetle anıyoruz. Onun bu eserini devam ettirmekte olan oğulları Sadık ve Coşkun Bingöl’lere ayrıca tebrikler teşekkürler sunuyor, Rauf Akçay ve Şükrü Kacar Hocalarımıza selam ve saygılar iletiyorum.
Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU