Sade yaşam üzerine
Selim Şengül
İnsanların tanışma sürüveni, birbirilerini takdim etmesiyle başlar. Selam edilir. Üç beş kelam edilir. Gerektiği takdirde meslekler, ünvanlar sıralanır. Az da olsa insanın kendini övmesiyle veya sahip olduklarıyla tanışma süreci kısmen tamamlanır.
Yaşam bir süreçtir ve bu sürecin zorluklarını anlamak ve çözüm bulmak önemlidir. Anlatacağım konu kapitalist sistemin insanlara her şeye sahip olma düşüncesini aşılaması. Bir yandan da sadelikten uzak bir yaşamda kalma ve karmaşa içerisinde insani değerleri yok etme pahasına, insanımızı çıkılmaz sokaklara sürüklemesi üzerine. Bu durum günümüzün en büyük sorunlarından biridir. Birçok yazar ve düşünür tarafından ele alınan bu karmaşık durumu, birkaç cümleyle anlatmak oldukça zordur. Lakin konunun önemine binaen birkaç kelam etmek isterim.
Burada sadeliği ön planda tutmam bu konuyu size daha rahat anlatmama vesile olacaktır. Sadelik, süs ve zorlamadan uzak, açık ve anlaşılır anlatım biçimi, gösterişi sevmeyen, iddiasız demektir. Peki, sadeliği yaşamın merkezine koymak, günümüzün insanı için kolay bir durum mu? Sadelik, yaşam tarzı olarak her ne kadar rahat gözüken bir şey olsa da. Aslında tam tersi. Karmaşanın hakim olduğu bu dünya da kaç kişi sade yaşayabiliyor.
Sosyal medyası, televizyonu vb. durumlar, hayata bir adım geride kalma endişesi aşılayan sistemin telkinlerde bulunması. Ve en önemlisi de sade yaşama isteği yokluktan dolayı bir seçenek olmamalı. Kişisel ve toplumsal gelişime önem veren insanların yaşam tarzı olmalı. Leonardo da Vinci’nin de dediği gibi, Sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir.
Bencillik, gösteriş, lüks ve her şeye sahip olma isteği gibi kavramlar, sade yaşamı etkileyen ve engelleyen önemli faktörlerdir. 'Haydi gidin sade yaşayın' demek, oldukça kolaycı bir yaklaşım olur. Asıl önemli olan, sade yaşamdan ne anladığımızdır. Sade yaşam, insanların yalnızca temel ihtiyaçlarını karşılamaya odaklanarak, uyum içinde yaşadığı bir hayat tarzıdır. Mesela, Thoreau’ya göre günümüzde daha çok bir tüketim nesnesi haline gelen kıyafetlere sadece ısınmak ve toplum içinde çıplaklığı engellemek amacıyla ihtiyacımız vardır. Thoreau, kıyafet gibi her türden maddi şeyin mutlu ve anlamlı bir yaşama imkân tanıyan şeyler olarak bize lanse edilmesini sorgular. Asıl vurgusu böyle bir yaşam için bunlara ihtiyacımız olmadığıdır.
“Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; sâde hayat sürmek imandandır.” (Ebû Dâvûd, İbni Mâce, Zühd 4) diyen Peygamber Efendimiz’in (sav) ardından Sahâbeler de sadece fakir ve yoksul oldukları dönemlerde değil, yönetimde bulundukları ve maddî imkânlara sahibi oldukları dönemlerde de örnek sayılacak mütevâzî bir hayat sürmeye özen göstermişlerdir. Buradan anlaşılan, yaşamı kolaylaştırmak ve sadelik, İslâm’ın prensiplerinden biridir. Bence sadelik üzerine verilebilecek en güzel örneklerden biri de şudur. Dışarıdan gelen birisi Mescid-i Nebi’ye girdiği zaman, topluluğun içine karışmış olan Rasulullah’ı tanıyamıyordu. Rasulullah’ın kim olduğunu öğrenmek için şöyle sormak zorunda kalıyordu: “Hanginiz Muhammed?” (Buhari, İlim 57).
Fıtrat üzere yaşamak ve aykırı davranmamak önemlidir. Fıtrat, insanın özündeki cevheri ve insanın kendisi için gerekli bütün vasıflarla mükemmel bir şekilde donatılmasıdır. Yaşam kalitesi ve ihtiyaç listesinin sınırlı tutulması insanın kendini tanıması ile başlar. Yanlış tanıma insanı olumsuzluğa sürükler. Neyi, nasıl ve ne için istediğimizin önemli olduğunu öğrenmek bize sağlayacağı faydalar arasında olacaktır.
İbrahim Kalın, Öze Yolculuk kitabında: Sadelik, hayatı daha derin ve dingin yaşamaktır. Yaşadığınız her anı dolu dolu tecrübe etmektir. Karmaşa, kargaşa, kakofoni size derinlik ve dinginlik vermez. Bir şeyin çok olması iyi, anlamlı ve kalıcı olması anlamına gelmez, demiştir. Velhasılıkelam ‘sade yaşam’ düşüncesi, karmaşa ve isteklerin tetiklendiği bu dönemde bize gerekli bir ‘sığınak’ olacaktır.