Okuma üzerine
Selim Şengül
Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti. (Alak suresi 1,5) Şüphesiz ki genel manada okumak üzerine bir şeyler konuşuluyorsa Alak Suresi’ndeki bu ayetlerden bahsetmemek olmazdı.
Giriş paragrafından da anlaşılacağı üzere, ayetlerin açıklamasından sonra, insanın okumaya dair bir şey yazmaya kalkışması ne kadar doğru bilemem. İmam Gazali’nin de dediği gibi, ne ile meşgulsen seni işgal eden odur. Söz böyle miydi, hatırlamıyorum ama herhalde anlaşılmıştır denilmek istenen. Ya da karınca misali gibi, varlığımız gittiğimiz yoldan anlaşılsın. Bizi bilen böyle bilsin.
Kısaca okumaktan maksat nedir, burada vereceğim alıntı bu konuyu izah edecektir. “Oku! Yüce Rabbin adıyla oku! İnsana okumak nimetini ihsân ile en büyük lutfu gösteren Allah’ın adıyla oku! Allah’ın adıyla okunabilecek her şeyi oku! Allah’ın kitâbını oku! Allah’ın âyetlerini oku! Kâinat kitâbını oku! Doğru yolu bulmak ve sapıklıktan uzaklaşmak için oku! İmanını kemâle erdirmek için oku! Öğrenmek için oku! Rabbine yaklaşmak için oku! Sebeplere bakarak o sebepleri yaratanı oku! Esere bakarak ilâhî müessiri oku! Sanata bakarak gerçek sanatkârı oku! Kudret kaleminin bu âleme çizdiği her satırı oku! İnsana bilmediğini öğreten Allah’ın adıyla oku!”
Bu izahtan da anlaşıldığı üzere “oku” emri, sadece zâhir anlamda bir okuma emri değildir. İnsanın kâinatı, kendini, Kur’ân-ı Kerîm’i okuması, anlaması ve yaşamasıdır. Sonsuz ilim deryasında ne kadarını okumak mümkün bilemem, kendi dünyevi okumalarımız için bir sürü kaide, metod, yol, yöntem vardır elbet.
İyi okuyanlar vardı, bu dünyadan göçüp gittiler. Hoca Ahmed Yesevi, Gazâlî, Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaş Veli, Somuncu Baba, Fatih Ahmet Baba gibi zatlar. Onlar okudular, öğrendiler, gönle yazdılar, gönüllere işlediler. Ve bize miras bıraktılar. Yunus Emre’ye göre ilim okumak ve bilmekten maksat irfani bilgidir ve insanın kendi özünü bilmesidir. Yunus Emre ve daha nice âlim ve evliyaların bize bıraktığı bazı sözler vardır. Bunlardan biri şudur.
İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsin, Ya nice okumaktır
Okumaktan ma’na ne? Kişi Hak’kı bilmektir, Çün okudun bilmezsen, Ha bir kuru emektir.
20. yy.ın büyük düşünürlerinden Cemil Meriç “Kitap okumak zekâyı kibarlaştırır” diyor. Ve daha nice düşünürler buradan ayrılmadan dünyaya bıraktıkları birkaç sözleri olmuş, bunlardan bazıları Sezai Karakoç, Roger Garaudy, Ahmet Hamdi Tanpınar, Aliya İzzetbegoviç, Nurettin Topçu... Söyledikleri iki kapak arasında yeter ki o kapağı açın sizi karşılayacak bir hazine bulacaksınız.
Yüzyılımızda da hakkı öğretmek için mücadele veren insanlar mevcuttur. Lakin bunlar pek az insanlardır. Bunlardan biri de Yusuf Kaplan’dır. Kendisi iyi ‘oku’muş ve öğrenmiş. Bununla kalmayıp hayatını unutarak, insanlığa dair bir çaba girişiminde bulundu. Anlatımındaki heyecan, insana ait tavrını sergiliyor ve bizlere derdinin ne olduğunu haykırıyor. Yapmak istediği ise insanın kurtuluşunu temel alan, dert sahibi insanlar yetiştirmek veya insanlara ‘oku’mayı öğretmek. Sürekli tekrar ettiği bazı cümleler vardır. Bunlar alelade cümleler değil. Biri de şudur: Dertsiz'seniz, dert sizsiniz!
Bu düşünceden yola çıkarak Medeniyet Tasavvuru Okulu’nu kurdu. Burada alınan diploma sizi bir iş sahibi yapmayacak. Sizi dert sahibi yapacak. Burada temel prensip, kişinin kendi gelişimi ile beraber medeniyetimizin önemini de ele alan bir okul tasavvuru. Okulun iddiası, adam yetiştirecek adamları yetiştirmektir. Nitekim değerlerin yozlaşarak unutulduğu bu zamanda medeniyetimize ait temel değerleri tekraren canlandırma çabası içerisinde olması okulun temel hedeflerindendir. Nitekim tasavvur etmek iyi bir okumadan geçer. Okumaktan maksat gönüller inşa etmek. “Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır.” Üstad’ın da bahsettiği üzere anahtar bizde yeter ki o anahtarı elimize, dilimize, gönlümüze alalım.