Önceki yazımda sizlere "Hüseynik Türküsü"nü dinletmiştim. Bu yazıda da Hüseynik'ten devam edip, ardından Harput yollarına düşeceğiz. Hüseynik'te, konakların eskiyen yüzlerine rağmen estetiğinden ödün vermeyen halini inceledim.
Gürül gürül akan çeşmenin başında bir abide: Hüseynik Karye Camisi. 1717'den önce inşa edildiği biliniyor. Caminin haziresinde meşhedi ile bizi bekliyor. Kabe örtüsünün bir parçası, sakal-ı şerif, 200 yıllık misk gibi bazı emanetler mevcut. Haziredeki çoğu mezarın yazıları okunmuş. Genel olarak burada askeriyede rütbeli kişilerin medfun olduğu biliniyor. Burada yatan insanlar Erzurum'dan, İstanbul'dan, Isparta'dan...
İşte her Elazığlının bu yola girmesiyle yükselen bir heyecan! Onlarca kez gelmeme rağmen, her seferinde heyecanla giriyorum bu şehre. Şehir girişleri eskiden kale kapılarından oluşurdu. Eskiden Harput'a çıkan insanı ilk olarak Dağ Kapı veya Dar Kapı karşılardı. Şimdi ise surlar ve kale kapısı görünmese de, Dar Kapı tarafından girdiğinizde sağda Ahmed Bey Camii ve Sağır Müftü Konağı (şimdiki Basın Müzesi) yer alıyor. Solda ise Beşkonaklar, şehre gelen misafire sırayla "hoş geldiniz" diyor.
Zannımca Harput'un yöresel mimarisi, özellikle evleri ve konakları, yüzyıllarca dayanabilecek bir yapıda değil. Dikkatimi çeken bir diğer nokta da Harput'ta aslıyla kalan hiçbir evin olmaması. Alanında uzman kişiler dediğimi daha iyi anlayacaktır. Halihazırda bulunan konaklar ise iyi bir restorasyon sürecinden geçmiş. Örneğin Sağır Müftü Konağı, Beşkonaklar, Hacı Kerim Sunguroğlu Konağı gibi.
Basın Müzesi çok ince işlenmiş. Ziyaretçilerin detaylı incelemesini öneririm. Fotoğraf çekimi için ise ikindi vakitleri ideal. Güneş, Sağır Müftü Konağı'na vurduğunda parlak altın sarısı rengi ile gözleriniz kamaşacak. Zaten Harput'un geneli bir fotoğraf çekim alanı. Fotoğrafa ilgi duyanlar, kendini fotoğraf üzerinden geliştirmek isteyenler Harput'a çekim için gelebilirler. Zamanı dondursunlar fotoğrafçılar, Harput'ta, kalede, Ulu Camide...
Harput musikisi, Türk sinemasında hak ettiği yeri bulamamış bir hazine gibidir. Harput'un eşsiz tarihi dokusu, zengin müzik kültürüyle birleştiğinde büyüleyici bir atmosfer sunar. Hüzünlü ve mistik ezgileriyle, tarihi atmosferi güçlendiren Harput musikisi, film sahnelerine ruh katma potansiyeline sahiptir.
Ne yazık ki, Harput musikisi Türk filmlerinde yeterince kullanılmıyor. Kara Memed (1971), Cemo (1972), Maden Dağı (1978), Su (1981), Çayda Çıra (1982) gibi bazı filmlerde bu müziğin izlerine rastlamak mümkün olsa da, bu örnekler yeterli değil. Yönetmenler, senaristler ve film müzikleri bestecileri, Harput musikisinin sunduğu zenginlikten yararlanarak Türk sinemasına yeni bir soluk getirebilirler. Özellikle dönem filmleri, dramalar ve mistik konuları işleyen yapımlar, Harput musikisiyle daha da etkileyici hale gelebilir.
Ayrıca 1974'te Palu'da çekilmiş olan "Bedrana" filmi, müziğin kullanımı açısından mükemmel bir örnek. Enver Demirbağ'ın yüreğinden gelen yorum, filmin sahnelerini daha iyi hissettiriyor bizlere. "Katma Değer Şaban" filminde ise Çayda Çıra oyununun birkaç sahnede gösterilmesi harika bir fikir.
Önceki yazılarımdan birinde "Harput Sokağı" fikrini ortaya atmıştım. Bu konu neden mi önemli? Sanat sokağı fikri, sokağı canlı tutmanın yanı sıra Harput mahallesinin eski mimarisini yansıtacak ve dönem filmleri çekimi için yapımcıların dikkatini çekecektir. Bu durum, Harput turizmi için de önemli. Beşevler, Harput Kalesi, Ulu Camii ve Harput evi gibi mekânlar sinematik birer tabloyu andırıyor. Bu tarihi ve benzeri yerlerin içinde çekilen filmler, izleyicileri geçmişe götürüp Harput'un kadim hikâyelerine tanıklık etme fırsatı sunuyor. Harput, hem tarih hem sanat açısından benzersiz bir ilham kaynağı.