Elazığ’ın topraklarından, kadim Harput’tan yankılanan bir hasret türküsü, Amerika’ya uzanan bir gurbet hikâyesi...
Yazmak, işte tam da bu; dilden dile, nesilden nesile aktarılan, yürekleri burkan, mücadele dolu yaşamları ölümsüzleştirme sanatıdır. Bu defa dinleyeceğiniz hikâye, sadece bir kitaptan okunmuş satırlar değil, bizzat kahramanından dinlenmiş, kalbe dokunan gerçek bir yaşam öyküsü.
Yaşam öyküsüne tanıklık etmeden önce 14 Şubat sabahıydı. Manas’a uğradım. Tarihe ve kültüre tanıklık eden masanın etrafında bu defa 21.Dönem MHP Elazığ Milletvekili Mustafa Gül, eşi Av. Meftune Gül, Onur Cemil Ayden, Robert Turhan Ali-Carr, kızı Tammy Ali-Carr ve ev sahibi olarak Şener Bulut oradaydılar. Ben, tabii, konuşulanları anlamaya çalışıyordum. Çünkü Türkçe ve İngilizce konuşuluyordu. Ardından anladım ki tarihi bir an’a şahitlik ediyorum.
Hikâyenin merkezinde Turhan Ali-Carr var. Kendisini ilk gördüğümde yabancı biri olduğunu anladım, kısa bir bakışma oldu aramızda. Oturduktan sonra masada Onur Ayden’in tercümanlığı vesilesi ile kendisini dinliyoruz. O da bizi dinliyor, huzurla, topraklarındaki Türkçe’nin derinliğini hissediyor. Babasının 1900’ler de Amerika’ya gitmesi ve oluşan vatan hasreti Turhan Bey’e yansımış ki aradan geçen uzun bir aradan sonra memleketine dönüyor. Bağların kopması endişesi duyduğundan dolayı, ailesini ve kendisinde var olan bağlılığı Türk vatandaşlığı ile kuvvetlendirmek istiyor.
Mustafa Gül'ün teklifiyle Yukarı Şehir'e çıkıp misafirlerle beraber Harput'un o derin ruhunu hissettik. Ben de masada konuşulanlardan dolayı bu durumu yazmalıyım diyordum kendi kendime.
Takvimler 1900’lü yılların başını gösterirken, Harput’un şirin Nuralı Köyü’nden Mehmet Ali Efendi, binlerce genç hemşehrisi gibi, rızkını aramak için Amerika’nın yolunu tutar. Mehmet Ali (KAYMAK) Bey, bu umut yolculuğunu üç kez tekrarlar. Ancak 1930’daki son gidişinden sonra, Nuralı’daki ailesi ondan bir daha haber alamaz.
Yıllar sessizce akıp giderken, bir gün Mehmet Ali Bey’in oğlu Robert Turhan Ali-Carr, babasına ait kimlik ve pasaport bilgilerinin izini sürerek 1993 yılında Türkiye İçişleri Bakanlığı aracılığıyla akrabalarına ulaşmayı başarır. 1994’te, eşi ve oğluyla birlikte Elazığ’a gelir; baba ocağını, Nuralı’daki evini, dedelerinin mezarlarını ziyaret eder. Bu ziyaret, kopan bağların yeniden yeşermesi, küller altındaki bir ateşin yeniden alevlenmesi gibidir.
Aradan geçen zamanda, eşinin vefatının acısıyla sarsılan Robert Turhan Bey, 2024 yılının Eylül-Ekim aylarında tekrar Türkiye’ye gelir. Elazığ’da akrabalarıyla hasret giderir, Kanal 23’ün canlı yayın konuğu olur, Manas Yayınevi’nde Şener BULUT Bey koordinesinde yapılan program Kanal Fırat ekranlarında yayınlanır. Ankara’da ise Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Birliği Başkanı tarafından, yüksek lisans ve doktora tezlerini Harput yöresinden ABD’ye yapılan Türk göçleri üzerine hazırlayan Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Işıl ACEHAN refakatinde ağırlanır.
Emekli bir ABD Hava Kuvvetleri astsubayı olan, üç çocuk ve dört torun sahibi Robert Turhan Bey, Osmanlı Türk evladı olmaktan duyduğu gururu her fırsatta dile getirir. 13 Şubat 2025’te Elazığ’a tekrar gelerek, 13-17 Şubat tarihleri arasında Elazığ’da bulundu. Babası Mehmet Ali Kaymak’ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması hasebiyle, Robert Turhan Bey de doğuştan gelen bu hakkını almayı arzulamaktadır. Türk vatandaşlığını, evlatlarına bırakacağı en değerli miras olarak görmektedir. Temmuz 2025’te ise iki kızı ve kız torunuyla birlikte tekrar Türkiye’ye gelmeyi planlamaktadır.
Ancak Robert Turhan Ali Carr’ın hikâyesinde beni derinden etkileyen ve bu satırları yazmama vesile olan asıl olay, Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam Savaşı’na katılımıyla başlayan süreçte, o dönem Amerikan ordusunda görevli olan Robert Turhan Bey’in yaşadığı unutulmaz bir anıdır. Bu anı, adeta bir hayat dersi niteliğindedir: “Ben bir Türk’üm. Vatandaşlık ayrı, manevi miras ayrıdır.” diyerek söze başlayan Robert Turhan Bey, komutanıyla arasında geçen şu diyaloğu aktarır: “Savaştayken komutanım bana sordu: ‘Türkiye ile savaşıyor olsak ne yapardın?’ Cevabım netti: ‘Ordudayım ve ülkeme karşı sorumluyum. Ama Türkiye ile bir çatışma asla istemem.’ Komutanım ısrar etti: ‘Hayır, farz et ki savaş çıktı, ön cephedesin ve Türkler sana ateş ediyor. Ne yapardın?’ İşte o an, içimde kopan fırtınaları kelimelerle ifade etmek zordu. Gözlerimin içine bakarak, tüm samimiyetimle dedim ki: ‘Karşılık vermem. Önce ben ölürüm!’ Ve inanın bana, o gün ne hissettiysem, bugün de aynı duyguları taşıyorum.”
Manas Yayınevi’ndeki programın sonlarına doğru masada bulunan Türk bayrağını Şener BULUT kendisine takdim eder. Turhan Bey de, bayrağı büyük bir gururla alarak, “bunun sadece bir bayrak olmadığını, bu bayrağın kendisini, ailesini, babasını ve burayı temsil ettiğini, Amerika’ya gittiğinde bunu evinin en güzel köşesine koyacağını” belirtiyor. Aradan geçen zaman içerisinde Amerika’dan bir fotoğraf gönderilir. Aşağıda bayrağımızın verilme anı ve evinin en müstesna yerinde muhafaza ederek sergilediğine ilişkin resimler görülmektedir.
Bu kıymetli hikâyenin bizlere ulaşmasına vesile olan, Robert Turhan Ali-Carr’ın mücadelesini kendi mücadelesi gibi benimseyip emek veren Onur Cemil Ayden’e de ayrıca teşekkürlerimi sunarım. Umarım en kısa zamanda Robert Turhan Ali-Carr’ın mücadelesi güzel sonuçlara ulaşır ve kendisi de arzuladığı Türk vatandaşlığına kavuşur.