Selim Şengül

Ahmet Kabaklı

Selim Şengül

Yazmak borcu, mirasın altında kalmaktan korkmamdan kaynaklanıyor olabilir. Yazarken aldığım zevkin maddi bir karşılığı olduğunu da sanmıyorum. Son zamanlarda yazılarımda kapı, kilit, anahtar kavramlarına değiniyorum. Bilmiyorum neden! Belki de çocukken kitapçılarda gördüğüm tarihi kitaplardan Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Kilit, Anahtar, Kapı kitap serilerinin verdiği manevi his. Selçukluyu ve Osmanlıyı bize aktarma biçimi beni etkilemiş olsa gerek. Ya da bu yolda engellere rağmen verdiğim emeğin karşılığı ve sırayla açılan kapılar.

Bu yazıyı size yazarken hissiyatımı belirtmeden konuya girmek istemedim. Konumuz vefat yıl dönümü vesilesiyle Ahmet Kabaklı’yı rahmetle anmak ve bir kez daha unutmadığımızı göstermek. Eline kitap almış her kişinin mutlaka duyduğu, gördüğü bir isim olsa gerek. Aksi takdirde o kitaplar okunmamış, açılmamış kitaplardır. Bundan bir hafta öncesine kadar zaman zaman okuduğum istifade ettiğim kültür ve irfan adamı Cemil Meriç’i okuyordum. Cemil Meriç deyip geçmemek lazım. 12 ciltlik bir kitap medeniyeti mevcut. Hayatını düşündüğümüzde ne büyük bir insan. Tabi bu mütefekkirin ismi hafızamdan geçerken onun kısa bir süre Elâzığ’da yaşadığını biliyordum. İçimdeki Elâzığ sevdası yazarın Elâzığ’daki hayatını yazmama vesile olacaktı. Ancak çokta yazacak bir şey bulamadım. Çünkü bu süreçte Elâzığ Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptığı sırada o dönemin yöneticileri onu anlamadığından olsa gerek farklı ve tatsız konular peyda oluyor. 1942-45 yıllarında öğretmenlik yaptığı sırada şartlar gereği öğretmenlikten istifa edip hayat boyu öğrenmeye ve öğretme mücadelesi için Elâzığ’dan ayrılır.

Bu dönemde belki de onu en iyi anlayanlardan okulda da talebesi olan geleceğin Şeyhü’l Muharriri’ni Ahmet Kabaklı oluyor. Bu dediğimi kanıtlar nitelikte bir durum İstanbul’da yaşanıyor. Bu durumu kanıtlayan alıntı ile devam edelim. Beşir Ayvazoğlu’nun, Defterimde Kırk Suret kitabını okurken Ahmet Kabaklı bölümünde şöyle bir ifade geçer. “Fransızca öğretmeni Cemil Meriç’e, o çok okuyan, çok konuşan ve öğrencilerine en yakın arkadaşlarıymış gibi samimi davranan müthiş öğretmene, etrafta komünist olduğuna dair rivayetler dolaşmasına rağmen hayranlık duyan Ahmet Kabaklı, “Kendisini üniversite yıllarımda da zaman zaman ziyaret ettim” diyor. “Sonra aradan yıllar geçti, 1959 veya 60’tı, birgün Sahhaflar’da karşılaştık. Tanımadı beni, nerdeyse bütün görme hassasını kaybetmişti. Ne kadar üzüldüğümü tahmin edemezsiniz. Tercüman’da yazmaya başladığım günlerdi; yazılarımı okuduğunu ve fikirlerimi paylaştığını söyledi.”

“Kabaklı Hoca, Cemil Meriç’le irtibatını koparmamak için hususi bir gayret göstermiş, hatta 1967 yılında onu Hind ve Batı başlıklı yazılarını Mehmet Çınarlı’ya gönderip Hisar’da yayımlanmasını sağlayarak yeni okuyucu kesimiyle tanıştırmıştır.” Yani düşünce hayatımızda “Cemil Meriç çağını başlatan Ahmet Kabaklı’dır.”

2022 Ekim ayı olsa gerek, İstanbul’a belli aralıklarla gitmeye, görmeye ve anlamaya çalışan biriyim. Divan Yolu var, İstanbul’da, o yoldan kimler kimler geçmedi ki, bu yol üzerinde uzun bir müddet varlığını devam ettiren tarihi bir bina da var. Türk Edebiyat Vakfı bulunur. Buranın Ahmet Kabaklı ile ilişkisi ayrılmaz iki parça, iki şahsiyet gibidir. Bundan dolayı ve Ahmet Kabaklı’nın Elazığ’lı olması, benim buraya gitmeme vesile oluyor. O zamanlar Ahmet Kabaklı’ya ait fazla bilgim yoktu.

Gezimin son günüydü ve İstanbul’dan ayrılacaktım. Ayrılmadan vakfa gitmeyi planlamıştım. Binaya girmeye çalıştığınızda sağda Türk Edebiyat Vakfı’na ait kitabevi bulunur. Yanında da bilmediğim bir restoran. Vakıf, merdivenlerden çıkarken bir salon ile karşılar sizi. Bazı odalar mevcuttur. Bir görevli ile karşılaştım. Ona Elâzığ’dan geldiğimi söylediğimde beni Serhat Kabaklı’nın yanına götürdü. Bende bir hevesle düşünmeden ya da içimden gelerek bir anda size ‘Ahmet Kabaklı’nın selamını getirdim’ diye hafif yüksek sesle bu nidayı, dile getirdim. Serhat Kabaklı tam olarak o an nasıl bir tepki verdi hatırlamıyorum. Ama hoşuna gitmiş olsa gerek. Ardından oturdum yarım saat kadar bir sohbet gerçekleştirdik. Ardından bana ‘Bil Oğlum’ adında bir şiir kitabını imzalayıp vermişti.

Sonrasında odadan çıkarken binanın içinde müze konumunda olan Ahmet Kabaklı’ya ait eşyalar, hatıralar mevcut. Fotoğraflarını çektim. Ve bana ayrılan sürenin ardından Eskişehir’e gidecektim hızlı trenle.
Her ne kadar şahsen tanımamış olsam da Kabaklı Hocayı verdiğim selam ile anlaşılıyor, gönlümüzdeki yeri. Duyduğum kadarıyla Elazığlılara abilik yapmış bir zattır. Edebiyat konusunda ise öncülük etmiştir. Ona, Allahtan rahmet diliyorum. Bıraktığı mirastan bazıları Türk Edebiyatı (5 cilt), Yunus Emre (1971), Mevlâna (1975), Ejderha Taşı (1975), Temellerin Duruşması (2 cilt).

 

Yazarın Diğer Yazıları