Sürdürülebilirlik kavramı ile yaklaşık on beş yıl önce falan tanışmaya başladık. Şimdi ise neredeyse her yaklaşımın başlangıç ifadesi olarak kendisine yer bulmaktadır. Sürdürülebilir bir ekonomi modeli, sürdürülebilir bir kalkınma, sürdürülebilir eğitim anlayışı, sürdürülebilir çevre modeli gibi ifadeler şu anda aklıma gelenlerin sadece bir kısmı.
Basit, etkili aynı zamanda çok rahatlıkla her alanla ilişkilendirilebilecek bir kavram olan sürdürülebilirlik kavramını, herkesin anlayacağı bir şekilde ifade edecek olursak: Bir durumun, bir düşüncenin, bir işletmenin, belirli bir politika anlayışının vb. gelecek yıllarda da sağlıklı bir şekilde devamını sağlayabilmek olarak ifade edebiliriz. Daha farklı bir şekilde ifade edecek olursak gelecek ile ilgili hayallerimiz de diyebiliriz. Ben “geleceği inşa etmek” tabirini de çok yakıştırıyorum.
Sürdürülebilirliği sağlamanın en önemli adımı, yetkin bir insan kaynağına sahip olmaktan geçer. Yeterli insan kaynağınız yok ise en etkili modeli dahi sürdürülebilir kılmak imkânsızdır. İnsan kaynağını yetiştirme görevinin sadece eğitim kurumlarında olduğu gibi genel bir kanı vardır. Ancak bu çok doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü eğitim kurumları tek başına bu sorunu çözemez. Öncesi ve sonrası da oldukça önemlidir.
Öncesi ve sonrasından kastımız nedir? Kısaca değinelim:
Öncesinden kastımız; kişinin ailesinin zihniyetidir (mantalite). Bir ebeveynin; devlet politikaları veya ticari bir işletme gibi olmasa da ailesi için sürdürülebilir bir model ortaya koyması gereklidir. Bunu başarabilmek için, çocuğunu tanımalı, eğitim hayatını çocuğunun kapasitesi ve istidadına göre, eğitim kurumları ile işbirliği içerisinde şekillendirmelidir. Çünkü gerçekler bunu gerektirir. Herkes doktor, hâkim, savcı olamayacağı gibi, doktor olacak kapasiteye sahip bir birey de teknisyen olamayabilir. Bunun öncelikli olarak farkına varması gerekenler anne ve babalardır. Eğitim buna göre şekillendirilirse başarıya ulaşabilir. Bu da ailenin gelecek hayallerini daha sürdürülebilir kılacaktır. Çünkü eldeki bir dışarıdaki ikiden daima iyidir.
Gelelim sonrasına; burada kamu ile özel sektörü birbirinden ayırmak gerekir. Kamu alanında sürdürülebilir bir politika geliştirmek neredeyse imkânsızdır. Sürekli değişen yöneticiler, değişen iktidarla beraber değişen kadrolar, sürdürülebilir politikaların önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Burada gerçekçi sonuçları ticari kurumlardan almak daha mümkündür.
Ticari işletmelerin eğer sürdürülebilir bir başarı hayalleri varsa işe alacakları veya aldıkları insan kaynaklarını doğru belirlemeleri, doğru kullanmaları ve yönlendirmeleri doğru yapmaları gerekmektedir.
İşe köle mi alacağız, yoksa bizi yükseltecek elemanlara mı ihtiyacımız var?
Birçok yerel işletmenin, Elazığ tabiri ile dükkânın başına yetkin olmasa da bir akrabasını koyduğunu görmekteyiz. Mühendise çay servisi yaptırılan, ustabaşına mühendislik payesi verilen birçok işletme görmekteyiz. Kısa vadede belki para kazanabilirler ancak bunun sürdürülebilir olmayacağı aşikârdır. Oysa her iki tarafında birbirinden öğrenebileceği şeyler mutlaka vardır. İş tanımlarının ve sınırlarının doğru belirlenmesi çok önemlidir.
Eğitim dediğimiz şey diplomayı ele alınca biten bir olgu değildir. Her sektörün, okulda öğretilemeyen dinamikleri vardır. Başarıya ulaşmış şirketleri analiz ettiğimizde, eğitimlerin şirket bünyesinde de devam ettiğini görmekteyiz. Örnek verecek olursak: Türkiye’nin hem kamu hem özel girişimi bünyesinde bulunduran en büyük şirketlerinden biri olan TUSAŞ (Türk Uçak Sanayi Anonim Ortaklığı) işe alacağı mühendisleri veya diğer elemanları öğrenci iken getirip stajyer olarak
çalıştırmakta, tabiri caiz ise yeniden eğitime tabi tutmaktadır. Bu eğitim mezun olduktan sonra da şirket bünyesinde sürekli devam etmektedir. Sürdürülebilirlik dediğimiz şey ancak bu şekilde tesis edilebilir. TUSAŞ, biraz uç bir örnek olabilir ama kapsayıcı olması bakımından değerli. Çünkü teknisyeninden teknikerine, tasarımcısından idari personeline kadar uzanan çok çeşitli çalışan havuzuna sahip olan bir kurumdur. Bir mühendis; ancak vidayı doğru sıkan, kaynağı doğru yapan teknisyenler, ustalar ile başarıya ulaşabilir.
İşe başlayacak gençlere de birkaç kelam etmek isterim. Maalesef ülkemizde tüm gayret işe girinceye kadar sarf edilmektedir. Hatırlı dostlardan, siyasilerden; işe girmek için yardım istenmekte, işe girdikten sonra ise iş odaklı değil para odaklı düşünülmektedir. İşi öğrenme, tecrübe kazanma, sektörde aranılan eleman olma gibi sürdürülebilir kıstaslar (kriter) için emek veren eleman sayısı pek az. İşe girer girmez genel müdür maaşı almak keşke mümkün olsaydı.
Şu unutulmamalıdır; işveren batarsa bizde işsiz kalırız.