Geçtiğimiz hafta dünya gündemi yine değişti. İsrail’in Lübnan’daki bazı çağrı cihazı ve telsizleri patlatması ile tüm insanlık, vahametin senaryolarını araştırmaya ve tartışmaya başladı.
Daha önceki haftalarda yazdığım bir yazımda Üçüncü Dünya Savaşının çoktan başladığını, bu savaşın da “siber savaş” olduğunu yazmıştım. İnanın haklı çıktığıma ilk defa bu kadar üzülüyorum. Görüyoruz ki siber savaş karaya vurdu. Sır perdesi aralandı ve komplo teorilerinin, aslında, gerçeğin ta kendisi olduğu ortaya çıktı.
Teknolojik gelişmeleri hobi olarak takip eden, benim gibi sıradan biri bile bu tehlikenin farkında ise koca koca profesörlerimiz ne işe yarıyor anlamış değilim. Bu teknolojilerin nasıl elde edileceği ve oluşabilecek tehlikelere karşı nasıl önlemler alınması gerektiği konusunda sanırım onların gerekli çalışmaları ve bilgilendirmeleri yapması gerekiyor. Toplum içerisinde ‘Ben üniversitede profesörüm’ deyip caka satmak, benim pozisyonumdan daha fiyakalı bir şey olsa gerek. Lakin fiyakaya eşdeğer doyurucu bir açıklama maalesef göremedik.
Cennet Vatanımızda, bu konulardan anlayan hiç kimse yok mu? Elbette var. Onlar da stratejik kurumlarda, kritik görevlerde yer aldıkları için bu konulara giremiyorlar. Ne acıdır ki. Aselsan, TEİ, TAİ, TUSAŞ, Kale Arge, FNSS, Tübitak Sage, Roketsan, Baykar vb. ileri teknoloji üreten kurumlarımızda çalışan mühendislerin yüzde doksanının akademik bir kimliği yok. ‘Ne acıdır’ dedim ama dediğime pişman oldum. İyi ki de akademisyen değiller. Bir kaç üniversitemiz hariç teknoloji fakültelerinin çoğu vasıfsız binalar haline geldi.
Biz konumuza dönelim. Lübnan’a yapılan bu siber saldırı çok ilginç bir şeymiş gibi görünebilir. Ancak oldukça basit bir durum. Her kablosuz cihazı kontrol eden bir yazılım ve ona güç veren bir pil mutlaka vardır. Bu cihazlarda bulunan piller, azami sıcaklığa ulaşınca, eğer sistemin bir koruma mekanizması varsa, cihazı korumaya almak için mutlaka bir uyarı verir. Bu sistem eğer bir uydu bağlantısı ile veri transferi yapıyorsa her türlü yönlendirmeye açık demektir. Yazılımsal olarak yapılacak bir müdahale ile sistemin uyarı mekanizması baypas edilerek, aşırı yüklenmesi sağlanabilir ve kolaylıkla ısınan pilin patlaması ile sonuçlanabilir. Zaman zaman haberlerde şarja takılı telefonların patladıklarına da şahit oluyoruz. Cep telefonları, telsiz ve çağrı cihazları hadi neyse de her evde bulunan akıllı tv leri ve yollarda gezen tam elektrikli otomobilleri düşünürseniz tablonun ne kadar tehlikeli olduğunu görürsünüz. İşte o yüzden TOGG gibi milli projeler önemli. Ancak daha erişilebilir, cazip ve yetenekli hale getirilmeleri şart.
Eğer teknoloji sizin değilse bunlar kaçınılmazdır. Burada en önemli hususlardan biri de kullanılan yazılımlardır. Ancak, cihazı bize satan firmalar bu yazılımların değiştirilmesine de müsaade etmiyorlar. Apple marka telefonların sistemine neden müdahale edemiyorsunuz bir düşünün. Hepsi birer kayıt cihazı, yaydığı frekansla küçük ölçekli birer radar ve kusursuz birer bomba. Bu sadece bir örnek. Android cihazlar da pek farklı değil. Ama açık kaynak kodlu olduğu için müdahale şansı sınırlı olsa da var. Ölümü görüp, sıtmaya razı olmak gibi bir şey. Ehveni şer.
Peki, nasıl çözülecek bu durum? Çok zor bir soru. Cevaplaması ise o kadar karmaşık ki nereden başlasam bilemiyorum. Kesin çözüm yerli üretim ürünlerdir tabi ki. Ancak kısa sürede, her alanda bunu başarmak mümkün değil. Bir diğer çözüm; servis sağlayıcı kurumların milli yazılımlar kullanması, yönlendirmelerin bu şekilde izlenmesidir. Yönlendirme ve karıştırmayı engelleyebilmek, hatta tam tersini uygulayabilmek için de yörüngedeki uydu sayımızın ivedilikle arttırılması gerekmektedir. Değişik frekanslarda yayılım sağlayarak sistemin manipüle edilmesi bir derece engellenebilir. Bu konularla ilgili ülkemizde yoğun bir çalışma var. Elektronik harbe karşı geliştirilen önleme ve saldırı sistemlerimiz askeri alanda mevcut. Ancak henüz sivil alanda yaygınlaşmadı.
Umarım kısa sürede hallolur. Bu söylediklerim tabi ki yüzeysel anlatımlar. Detayları kıymetli akademisyenlerimiz yaparlar diye umut ediyorum.
Bugün uzaya fırlattığımız uyduların kullandığı ilk yörünge, yanlış hatırlamıyorsam, rahmetli Sekizinci Cumhurbaşkanımız Turgut ÖZAL tarafından satın alınmıştı. Şaşırmayın lütfen, elin oğlu uzayı da parsellemiş. Satıp, ondan da para kazanıyorlar. Gerçi bizlerin cennetten arsa almışlığı bile var. Bu da bişey mi. O devirlerde ben daha çocuk sayılırdım. Tartışmaları biraz hatırlıyorum. ‘Bu ne işimize yarayacak’, ‘Bizim uydumuz mu var’ gibi gibi birçok saçma söylem havada uçuyordu. İşte dar çerçeveden çıkıp bakış açımızı genişlettiğimiz zaman başarı arkasından geliyor. Körü körüne her şeyi eleştirme alışkanlığımızdan vazgeçmeliyiz. Teşekkürler Turgut ÖZAL.
Kıymetli akademisyenlerimizin de bakış açılarını genişletmesi lazım. Bu memleket onları yetiştirdi ve hizmet bekliyor. Kullandığımız cihazlar patlamaya başlayınca, fiyakalı etiketler ne sizi ne bizi kurtaracak. Kafanızı binalardan çıkarıp ufka bakın lütfen.
Bir kez daha hatırlatayım; “Siber savaş karaya vurdu.” Zaman daralıyor.