Söze Meiji’nin kim olduğunu belirtmekle başlayayım. Meiji; 1852-1912 yılları arasında yaşamış Japon İmparatorudur.
Yazımıza konu olan, “Meiji Restorasyonu” ise genç Japon İmparatorun ülkesini modernleştirme ve kalkındırma hareketine verilen isimdir. Eminim birçoğunuzun aklına Osmanlı’daki ıslahat hareketleri de gelmiştir.
Meiji devri; “Beş Maddeli Yemin” ile açılmış, İmparator bu yeminle yeni bir anayasa oluşturulup tüm kararların açık bir tartışmanın ardından alınması için “istişare meclisleri” kurmayı taahhüt etmiştir. Bundan böyle avam tabakadan insanlarında kendi mesleki yollarında ilerlemelerine izin verilmiştir. Meiji: “Geçmişin kötü alışkanlıkları terk edilecek ve imparatorluk otoritesinin temellerini güçlendirmek amacıyla bilgi bütün dünyada aranacaktır.” Demiştir.
Bugün bizlere basit görülen, ancak kast sisteminin hâkim olduğu bir dönemde; İmparatorun, yetkilerinin büyük bir kısmını halkı ile paylaşacağını taahhüt ettiği muazzam bir doktrin ortaya koymuştur. Üstelik hiçbir toplumsal ya da siyasi baskı altında kalmadan bunu yapması da takdire şayandır.
Meiji’ye göre modernleşme ülkeyi ve toplumu ileri, çok daha ileri götürmeliydi. Mühendisler, teknisyenler, teknikerler, sanayiciler, tüccarlar, bankacılar, araştırmacılar, filozoflar, gazeteciler, doktorlar, hele hele nitelikli öğretmenler vb. çıkaracak, her alanda yetkin, donanımlı yeni bir toplum inşa edilmeliydi. Bu toplum inşa edilirken de Japon Ulusunu bir arada tutan değerlerden de taviz verilmemeliydi. Buna, “Batı tekniği, Japon ruhu” diyorlardı.
Kaybedilen zamanı telafi etmek için çabalayan bu yeni rejim, tüm dünyaya birçok özel görevli gönderdi. Tabi ki bunlar zeki Japon gençlerinden seçildi. “Keşif kolu” adını verdikleri bu gençlerin topladığı bilgileri beklemek zaman kaybı olacağı için mevcut başarılı örnekleri temel alarak yeni sivil ve askeri kurumların temelleri de eş zamanlı olarak atıldı. Daha sonra tüm dünyadan gelen bilgiler ile birleştirilerek yeni Japonya’nın inşası devam etti. Tüm dünyadaki bilim insanlarına davetiyeler göndererek, vaatler verilerek Japonya’da çalışmaları teşvik edildi.
Detayları oldukça fazla olan ve benim burada hepsini yazmama imkân olmayan bu yenileşme hareketinin başarısını bir örnekle bitirelim:
“1905 yılının Mayıs ayında tüm Dünya bir haberle şok oldu. 1 Ağustos 1894 den beri Kore ve Çine karşı büyük zaferler elde eden, yükselen güç Avrupa’ya kafa tutmaya başlayan Japonlara haddini bildirmek üzere hareket eden Rus Çarlık Donanması, Japon Amiral Togo tarafından büyük bir yenilgiye uğratıldı. Kayıtlara göre beş bin Rus askeri öldürüldü, Çarlık donanması amirali dâhil altı bin asker de esir edildi. Otuz gemiden oluşan donanmanın yalnızca üç tanesi geri dönebildi. Amiral Togo; yedi yıl boyunca İngiltere’de kalmış, orada eğitim almış bir Japon genciydi. Tüm dünyaya yayılmış ‘keşif kolundan’ sadece biriydi.”
Buradan gelelim bizlere: Yukarıda belirttiğim gibi başlangıç fikri, Osmanlıdaki, “ıslahat” hareketlerine çok benziyor. Peki, Japonya’nın başardığını biz neden başaramadık. Ben size söyleyeyim; bizim keşif kolumuzun çoğu, aslında “gezi koluydu”; “öğrenmeye” değil daha çok “eğlenmeye” gittiler. Sonra, zeki gençlerden de seçilmemişlerdi. Zevatın; oğlu, kızı, dayıoğlu, amcaoğullarıydı. Vatana gelip, Fransızca, Almanca konuşmayı, Babıali sokaklarında caka satmayı, balolarda eğlenmeyi, modernlik ve yenilik olarak anladılar. Bilimi, tekniği getirmek isteyenler ise ötekileştirildiler. Şu anda bile bu gelenek tam gaz devam ediyor. “Gezi kolu” faaliyetlerini aralıksız sürdürüyor. Birçok Türk vatandaşı, batılı ülkelerde gezip tozup geldikten sonra, onlar gibi yaşamaya
çalışıyor. Yaşantıyı modernlik olarak görmeye devam ediyoruz. Gidenlerin çoğu geri dönmek istemiyor. Kalmak için de akla hayale sığmayan yollar kullanıyorlar. Oralarda kurallara uymaya azami gayret gösterirken, Edirne’den içeri girince ilk işleri yere tükürmek oluyor.
Hani biz vatanseverdik, hani Vatan bizim için kutsaldı, hani Dünya bizi istemiyordu. Bizi istemeyen o Dünyanın kucağına girmenin açıklaması nedir o zaman? Kutsal algımız mı değişti? İğneden, çuvaldızdan geçtik de artık mızrak bile saplasak kar etmiyor bizlere. Kimse hiçbir şeyi üstüne alınmıyor. Batının tekniğini alamadığımız gibi kendi ruhumuzu da kaybettik.
Japon İmparatoru Meiji’nin “bilgi bütün dünyada aranacaktır” sözü; ondan yaklaşık 1280 yıl önce “İlim Çin’de bile olsa arayıp bulun” diyen İslam Peygamber’inin sözünden de mi üstün? Bizler ilham kaynaklarımızı yeterli mi görmüyoruz?
Tek öğrendiğiniz bu mudur?
Haydi, enerciiiiiiiiiiii!!!!!!!!????????