Mustafa Demirbağ

Jeopolitik Önem ve Kıbrıs Harekâtı

Mustafa Demirbağ

“Jeopolitik Önem” kavramını görür görmez siyasi bir yazı ile karşı karşıya kalacağınızı düşündüğünüze eminim. Haksız da sayılmazsınız siyasi yönü elbette ağır basar. Ancak bu duruma paralel olarak gözden kaçan farklı bir duruma değinerek fikir hürriyeti hakkımın bir kısmını kullanmak istiyorum. Çünkü tamamen kendi kanaatimi aktaracağım.

“Farklılık bunun neresinde olabilir ki?” diyeceksiniz. Yazmaya devam edelim. Farklı bir şey bulamazsam bende çark ederim. Ya yazının sağını solunu yeni cümlelerle modifiye edip başlığımızı değiştirir yazıya uydururuz, ya da yazdığımızı Ctrl+A yapıp Backspace tuşuna basarak başka bir konu buluruz.

“Jeopolitik önem” her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının en çok duyduğu kavramların başında gelir. Ülkemizin coğrafi olarak bulunduğu konum nedeniyle, üç kıtanın birleştiği bir bölgede oluşu, zengin kaynaklara sahip oluşu, bir takım dış güçlerin ülkemiz üzerindeki kötü emellerinin en büyük nedeni olduğu, yıllarca okullarımızda anlatıldı, anlatılmaya da devam ediyor. Doğru bir bakış açısı mı? Evet, elbette doğru. Peki, bu durum hala böyle mi? Bu düşünce hiç sekteye uğramadı mı?

Bu sorulara cevap arayalım: İkinci sorudan başlayalım. Şahsi fikrim odur ki evet jeopolitik konumumuz zaman zaman önemini kaybediyor. Son 10-15 yılda bunun böyle olduğunu da görmekteyiz. Nasıl diyecek olursanız. Öncelikle batı dünyası daima düşmanlarını yok etmek ister. Yokedemiyorsa kendine en az tehdit oluşturacak mesafede kalmasını ister. Bunun içinde çoğu zaman kendi elini kirletmez. İşte önemli ya da önemsiz olduğunuz bu değişkenle paralellik gösterir.

Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan “Soğuk Savaş” döneminde Türkiye’nin önemi en zirve zamanını yaşamıştır. Çünkü o zaman ki Varşova Paktı Batıya komşu durumdaydı. Varşova paktı ülkelerine ve abisi Sovyet Rusya’ya en yakın komşu konumunda, Hristiyan olmayan (gözden çıkarılabilir) tek ülke ise bizdik. Birinci Cihan Harbinden mağlup ayrılmış, yetmemiş gibi büyük bir kurtuluş mücadelesi vermiş bir Milletin 25 yaşındaki genç cumhuriyeti, henüz kalkınma hamlesini tam olarak gerçekleştiremediği için, yardım eli uzatılmış gibi gösterilerek, her alanda bağımlı hale getirilmeye çalışılacak, böylece bir taşla iki kuş vurulmuş olacaktı. Hem Türkiye bağımlı edilecek hem de bir tampon bölge haline getirilecekti. O yüzden batı bizi askeri ve siyasi olarak hep destekledi. NATO’ya alınma nedenimiz de aslında budur.(18 Şubat 1952) Bugün olsa alırlar mıydı? Hiç sanmıyorum. Burada Kıbrıs Barış Harekâtı dönemini ayrı tutuyorum. Ama şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim. Barış Harekâtının gecikmesinin nedeni de batıdan aldığımız silahların Ada’da kullanılmasının yasaklanmasıydı. Zaten harekât sonrası da uzun yıllar Ülkemize ambargo uygulanmıştır. Ama batı buradan kendine önemli bir ders çıkardı. Buna son kısımda değineceğim.

SSCB’ye ve müttefiklerine karşı Türkiye’yi tampon olarak kullanan Batı; tabi ki bize de yeni düşmanlar bulmalıydı. Çünkü bir şeylerle de meşgul olmamız gerekiyordu. Dengeleri korur gibi göstermek için Türkiye’ye hangi silahları verdilerse Yunanistan’a da onu verdiler ve sürekli olarak Ege’de bir kaosu diri tuttular. Rusya zaten sabıkalı komünizm tehdidi olduğu için belliydi. Suriye ile aramızda hep bir su sorunu olduğundan dem vurulurdu. İran şiiydi, bu hem İslam’a hem de Laik Cumhuriyete tehditti. Irak ile ilgili sorun ise ben söylemeden zaten sizlerin aklına gelmiştir.

Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi ve akabinde Sovyet Rusya’nın dağılması ile tablo değişmeye başladı. Öncelikle Türk ordusunun I. Körfez Savaşına dâhil edilmek istenmesi ve bunun gerçekleşmemesi nedeniyle, batı koalisyonunun nispeten zorlanması Türkiye’ye bakış açısını kademeli olarak değiştirdi. Körfez Savaşı sonrası Irak’a, Kuveyt’e üslenen Batı Koalisyonunun Türkiye’nin jeopolitik konumuna çokta ihtiyacı kalmamıştı. Sizce de ilginç değil mi? Türkiye’nin Irak’tan gelen teröre verdiği şehit sayısının, Irak’ta savaşan işgalci koalisyon askerlerinden daha fazla olması. Hem de kendi topraklarımızda.

Biraz da günümüze değinmek isterdim ama yazı çok uzayacak o yüzden orayı es geçiyorum. Belki başka bir zamana diyelim. Ama S400 bahanesi ile ülkemize uygulanan ambargolara dikkat çekmek istiyorum. Bu mesele belki de dünya siyasi tarihinin en ucuz bahanesidir. Buda bir not olarak burada dursun.

Jeopolitik önem; tarihsel dönemlerde uluslararası politikalara göre değişkenlik gösterebilir. Şu aralar batı dünyasının, Türkiye’nin jeopolitik konumu ile ilgilendiği falan da yok aslında. Onların şu anda tek bir odak noktası var. Kıbrıs Barış Harekâtından çıkardıkları derste budur. Türkiye’nin ve buna paralel olarak İslam’ın uyanışına engel olmak. Kararlı ve güçlü bir Türkiye’nin birlik beraberlik içinde olmasını engellemek. Çünkü kararlı ve içte birleşmiş bir Türkiye, Kıbrıs örneğinde olduğu gibi neler yapabileceğini herkese göstermiştir.
“Sağcısı, solcusu Kıbrıs Harekâtına birlikte imza atmadık mı?”

Kıbrıs Barış Harekâtı bir milattır. Batının gözünde Türkiye kontrolden çıkmıştır. Sadece dış düşmanlar yaratmak tam olarak işe yaramamıştır. Hatta ters etki yapmıştır. O yüzden bu birliktelik bir daha oluşmasın diye, karşı pozisyon alınması gerekmektedir. Şimdi kronolojik olarak Barış Harekâtı sonrası yaşananlara bakalım:

- Kıbrıs Barış Harekâtı = 18 Temmuz 1974
- ASALA’nın kuruluşu = 20 Ocak 1975
- 80 İhtilali öncesi yaşanan sağ sol olayları
- PKK’nın kuruluşu = 27 Kasım 1978
- DHKP-C’nin kuruluşu = 1978

Ve nihayet:

- 12 Eylül 1980 darbesi
Bir Türk filmi izlemediğimize göre bu kadar tesadüfün bir araya gelmesi sizce de tuhaf ve imkânsız değil mi? Bu sadece bana mı ilginç geliyor?

Hükumetler gelir gider. Bizim artık at gözlüklerimizi çıkarıp, bugün olanları geçmişin ışığıyla değerlendirip daha iyi görmemiz gerekiyor. Her birimiz önce çocuklarımıza sonra da birbirimize sahip çıkmalıyız. Kıbrıs Barış Harekâtına imza atan, bir araya gelmeleri imkânsız gibi görülen, rahmetli Necmettin Erbakan Hoca ile Kara Oğlan lakaplı rahmetli Bülent Ecevit’i birleştiren ruhu daima diri tutmalıyız.
Not: 13 Ocak 2012 tarihinde ebediyete intikal eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı, tüm şehitlerimizi, gazilerimizi, bu harekâta vesile olan herkesi minnetle anıyorum. Rahmetli olanların mekânı cennet olsun. Yaşayanlara ise Allah (c.c) sağlıklı ömürler versin.

 

Yorumlar 1
y.ç. 14 Ocak 2025 15:04

kaleminize sağlık

Yazarın Diğer Yazıları