Mustafa Demirbağ

Duygusal bir yazı

Mustafa Demirbağ

Bir arkadaşım bana; “biraz daha duygusal yazılar yazabilirsin” demişti. Oysa bazı yazılarımın son derece duygusal olduğunu düşünmekteydim. Ama buradan kendimce bazı çıkarımlar yaptım. Kişi kendine ait bir şey buluyorsa anlamlandırıyor. Ona duygu yüklüyor. Demek ki duygusallık bile değişken bir durum.

Bu durumu epey düşündüm. Hatta bu yazıyı kaleme alırken bile, her cümle arasında durup düşünüyorum. Çünkü biliyorum ki ne kadar güzel şeyler yazarsak yazalım, bu güzelliklerin büyük bir çoğunluğu sadece kendimize ait düşünceler olacak. İkinci üçüncü şahısların ne kadar ilgi alanına girecek? Bilemem. Belki bir kısmını beğenip bir kısmına şerh düşecekler. Belki de hiç birini kabul etmeyip “çöp” muamelesi yapacaklar. Bu haklı tutumu saygı ile karşılamak zorundayız. Ancak, olmaması gereken ve bir türlü değiştiremediğimiz en büyük yanılgı; “beğendiğimiz bize ait, beğenmediğimiz ise kimseye ait olmamalıdır” düşüncesidir. Ne kadar benciliz değil mi?

“Doğru tektir” diye bir tabir vardır. Aslında bu her alan için geçerli değildir. Eğer yaptığımız müspet bir bilim ise evet doğru tektir. Ama sosyal bilimi ilgilendiren bir durum ise birden fazla doğrunun ortaya çıktığını görmekteyiz. Basit bir şekilde ifade edecek olursak; iki ile ikinin toplamı her yerde aynıdır. Suyun kaldırma kuvvetinin varlığı su götürmez bir doğrudur. Hız çarpı zaman; her zaman gidilen mesafenin miktarını verir. Ancak işin içine toplumsal değerler girince doğruların değişkenlik gösterdiğini görüyoruz. Hatta birbirinin yerine geçtiğini de rahatlıkla söyleyebiliriz. Yine en basit örneği verecek olursak; bizim için hak din İslam, bir başkası için Hristiyanlık, Musevilik ya da Budistlik olabilir. Bizim için doğru olan din anlayışı diğerleri için yanlış olarak değerlendirilebilir. Aynı dine ait insanların arasında bile ihtilaflar olduğunu tarih bize anlatıyor. Ortodokslar ile Katolikler yüzyıllar boyunca birbirini kâfir olarak nitelendirmişlerdir. “Çok gezen mi daha çok bilir, çok okuyan mı?” paradoksu da buna bir örnek olabilir.

Toplumların farklı yaşam tarzları, bireylerin yetiştirilme şekilleri, bireysel farklılıklar vb. beğenilerimizi de farklılaştırmaktadır. Bu çeşitlilik insanların duygularının da farklılaşmasında önemli rol oynamaktadır. Kime göre duygusal? Kime göre komik? Kime göre şaşırtıcı? Kime göre üzücü?... Ama mutlak bir gerçek vardır ki, o da şudur; farklı da olsa herkesin öne çıkan bir duygusu mutlaka vardır.

Bizde var olan duygu hassasiyetini, beğenileri karşımızdakinde bulduğumuz zaman ortaya müthiş bir birliktelik ve sevgi ortaya çıkıyor. Aslında biz karşıdaki kişiyi değil bir anlamda kendimizi sevmiş oluyoruz. Karşımızdakinde daima kendimizi arıyoruz. Ortak payda ne kadar çoksa ihtilaf o kadar az oluyor. Bir başka ifade ile tolere edilecek olgu ne kadar az olursa o kadar katlanılabilir oluyor.

Siz maç izlerken o dizi izliyorsa, siz etli yemek severken o sebzeli yemek seviyorsa, siz ormanlık alan severken o deniz havası seviyorsa, siz kalabalık severken o yalnızlık seviyorsa, siz halk müziği severken o klasik müzik seviyorsa, nereye kadar sürdürülebilir bir ilişki olabilir? Bu sevgi nereye kadar devam edebilir? Bir tarafın hepsini kabullenmesi mutluluk sebebi midir? Bunların cevabını sizler kendinize verin.

“Sevgi, neydi? Sevgi, emekti.” Repliğini benim yaş gurubum iyi hatırlar. “Selvi Boylum Al Yazmalım” filminin meşhur repliğidir. Filmi izleyenler bilirler. Cemşit’e hak verenler kadar İlyas’a da hak verenler yok muydu? Asya, kimilerine göre İlyas’ı kimilerine göre de Cemşit’i seçmeliydi. İlyas yakışıklı, Cemşit çirkin değil miydi? (Kime göre) Filmin sonunu senarist kendine göre belirlemişti. Kendi duygularının yansımasıydı. İlyasçılardan biri senarist olsaydı filmin sonu böyle mi biterdi? Ama tartışma yine değişmezdi. Yine bir kısmımız İlyasçı, bir kısmımız Cemşitçi olmayacak mıydık? Hangisi

doğru hangisi yanlış? Hepsi doğru, hepsi yanlış. Herkesin doğrusu ve yanlışı, kendi duygularına ve doğrularına göre şekillenir.

Her sevgi de gerçek değildir. Birde duygu hırsızları var. Kadın olsun erkek olsun hırsızın çalışma prensibi hiç değişmez. Önce çalacağı şeyi iyi etüt eder. Verileri toplar ve en zayıf yerden içeri girer. Girdiği yerin içini boşalttıktan sonra aynı ustalıkla dışarı çıkar. Geride bıraktığı harabe umurunda bile olmaz. Kandırmak için kullandığı silah sadece ve sadece sizin kendi yansımanızın, ona akseden sahteliğini iyi kullanmasıdır. Sizi sizin zayıflığınızla vurur.

Derler ya; “Bir insanı tanımak istiyorsanız ya onunla yolculuk ya da ortaklık yapın” diye. İnsan ilişkileri de bir nevi hem bir ortaklık hem de bir yolculuktur. Ortağımızı da yol arkadaşımızı da İyi seçmemiz lazım.

Belki de binlerce yıldır çözümlenmeyen bir konuyu ben çözecek değilim. Ben duygu ve düşüncelerimi kendimce anlatmaya çalıştım. Özetle; mesele benim duygusal bir şeyler yazıp yazmamamda değil. Karşıdakinin hangi duygular içerisinde olaya baktığıdır.

Bir Elazığ sözü ile bu kapanmaz fasıla bir ara verelim. Çünkü eminim gelecekte buna benzer yazılar yeniden yazacağım.

“Allah hepimize temiz süt emmişleri rast getirsin.” Âmin.

Yazarın Diğer Yazıları