Sporsever bir aile olduğumuzu yakın çevremiz çok iyi bilir. Spor deyince ülkemizde birçok insanın aklına futbol geliyor. Tabi ki spor bundan ibaret değil. Biz ailecek spor izleme ve amatör ya da hobi amaçlı da olsa spor branşları ile ilgilenme konusunda geniş bir yelpazeye sahibiz. Hakkını hemen teslim edeyim. Bunda ablamın katkısı oldukça fazladır. Evet, yanlış duymadınız “ablam”.
Formula 1, Moto GP, Superbike, tenis, atletizm, basketbol, voleybol düzenli olarak takip ettiğimiz spor dalları. Şimdi bazılarınız bunları bizde takip ediyoruz diyebilir. Bizimki takipten çok bir tutku halidir. Siz hiç ailecek, ailecek derken çekirdek aileden bahsetmiyorum. Mesela sizler; ablanızla, yeğenlerinizle, eniştenizle toplaşıp hiç Formula 1 yarışı izlediniz mi? Yapan varsa onların karşısında saygı ile eğilirim.
Kısa bir girizgahtan sonra, bu yazıyı kaleme almama neden olan asıl olaya gelmek istiyorum.
Geçen hafta bir tenis efsanesi ve aynı zamanda şahsımın hayranı olduğu büyük şampiyon Rafael Nadal’ın kortlara vedasına şahitlik ettik. Bu beni ziyadesiyle mutsuz etti. Evet, bu Türk bir sporcu değil. Keşke olsaydı. Zaten sporun milliyeti de olmaz. Ama sporcunun bir şahsiyeti mutlaka olmalı. İşte büyük bir spor şahsiyeti kortlara veda etti. Kariyerinin başından sonuna kadar hiçbir rakibini küçümsemedi, hiçbir rakibine olumsuz bir ifade kullanmadı. Maç içerisinde sakatlansa bile rakibine saygısından maçı tamamlamadan korttan çıkmadı. Ekmeğini kazandığı raketini sinirlenip hiç yere fırlatmadı. Uluslararası unvanının gereği olarak toplumsal olaylara kayıtsız kalmadı. Rekabet ettiği en büyük rakibi bir diğer efsane, namı değer “Majesteleri” lakaplı “Roger Federer” tenise veda ettiği zaman, sevineceğine gözyaşlarına hâkim olamadı. Hep çok çalıştı. Büyük sakatlıklara ve artık tenis oynaması mümkün değil diyen doktorlara rağmen, daha çok çalışıp yeni zaferler elde etti. Özel hayatı ile hiç gündeme gelmedi. Gençlere hep örnek oldu.
Sadece hayranı olduğum için değil, “Bir sporcu profili nasıl olmalı?” sorusunun en güzel cevaplarından biri olduğu için köşeme taşımak istedim. Bizimde böyle ikon haline gelmiş erdemli sporculara ihtiyacımız var.
Birçok genç yeteneğimizin süreç içinde; parayı ve şöhreti bulunca, özel hayatı yüzünden nasıl yok olduğunu veya düzenli ve disiplinli çalışmadığı için hiçbir ilerleme kaydetmeden kariyerini bitirdiğini görüyoruz.
Günümüzde, profesyonel dünya dışındaki spor algısı da biraz değişmiş durumda. “Bende spor yapıyorum” ya da “bende spor yapmak istiyorum” diyenlerin sayısının oldukça arttığını görüyoruz.
Birinci durumla alakalı olarak; “Hangi sporu yapıyorsunuz?” sorusunu yönlendirdiğimizde birçoğunun kapalı spor mekânlarında, kendisine zerre faydası olmayacak ve sadece minimal fiziksel aktivite diye tabir edebileceğimiz şeylerle ilgilendiğini görüyoruz. Tabi ki salonlarda spor yapılmaz demiyorum. Çünkü bende bir spor salonunun müdavimiyim. Demek istediğimim şey şu: O sporun size olan katkısı nedir? Sadece vücudum güzel görünsün kaygısı mı? Yoksa keyif almakla birlikte daha uzun süre fit ve sağlıklı olabilmek için mi? Eğer amacımız sadece güzel görünmek ise boşuna kendinizi yormayın derim. Çünkü yalın amaçlar, kısa sürede bir biçimlenme kaygısını beraberinde getireceğinden ve hiçbir spor dalında kısa sürede bir şekillenme oluşmayacağından dolayı sizlerde bıkkınlık yapacaktır. Sonuç olarak; şevkinizin kırılması ile beraber verimi de azalacaktır. Ancak “ben şu spor dalını seviyorum ve onu yapmak bana keyif veriyor. Buna paralel olarak da yaşam kalitemi arttırıyorum” diyorsanız; işte o tam anlamıyla bir sporla ilgilenmek olur.
“Ben de spor yapmak istiyorum” diyen gurup ise genelde bu cümlenin arkasından türlü türlü bahaneler üreterek neden spor yapmadıkları/yapamadıkları konusunda bizleri ikna etmeye
çalışıyorlar. Diyelim bizler ikna olduk. Peki, sonuç nedir? Kocaman bir “sıfır”. Çünkü bizim ikna olmamız ya da olmamamız o kişiye hiç bir fayda sağlamayacak. Bu arkadaşlar sadece kendini kandırıyorlar. Bizler onların asla düzenli olarak spor yapmayacağını zaten biliyoruz. Bahanenin olduğu hiçbir yerde devamlılık ve başarıdan söz edilemez. Tabi ki bu tutum bir tercihtir. Buna da saygımız sonsuz. Fakat inanma noktasındaki duruşumuz da net. Bilmem anlatabildim mi?
Şunu da demeden geçmek istemiyorum. Statüko belirleyici ve çok nadir olan bazı spor dalları vardır. Bu zümre, o sporun sadece kendilerine ait olduğunu her fırsatta gözümüze sokarlar. Bir şampiyon çıkarmışlar mı acaba? Elbette ki “hayır”. Ben onları şöyle nitelendiriyorum: “Cepleri ile spor yapan zavallılar.”
Gelelim neden çok şanslı olduğuma: Sporsever bir ailede olmak benim en büyük şansım. Birlikte spor yapmaktan büyük keyif aldığım yol arkadaşlarımın olması da benim için çok büyük bir şans. İyi ki varlar.
Sporda; holiganizmden uzak, hoşgörünün hâkim olduğu bir ortamda, karakterli sporcuların yetiştiği günleri görebilme temennisiyle…