23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutladığımız bu haftada bazı şeyleri de unutmamak ve diri tutmak adına bunları yazmak istedim. Hatta dünyada korkunç boyutlara varan dramlar yaşanırken, bizlerin ne kadar küçük şeyleri dert edindiğimizi hatırlatmak istedim.
Yaklaşık 200 gündür televizyon ekranlarından, bir insanlık dramına şahitlik ediyoruz. Sanırım uzunca bir süre de bu şehadetimiz devam edecek gibi görünüyor. Şehadet deyince inanın yazacağım cümleler bile değişiverdi. Oysaki burada farklı şeyler yazmayı düşünüyordum.
Katil israilin, Gazze katliamına başladığı ilk günler geldi aklıma. Malumunuz üzere Hamas’ın israil topraklarına yapmış olduğu roket saldırıları neticesinde başlamıştı ya, güya! Böyle söyleyince ne kadar heybetli görünüyor değil mi? “Roket saldırısı” vaay be. Soba borularından, kısıtlı imkânlarla yapılan, el yapımı roketler. İnanın roket tabirini de başka bir şey bulamadım diye kullanıyorum. Çünkü roket dediğimiz şeyler için; bir fırlatma rampası, taşıyıcı sistemleri, radar sistemleri ve atış kontrol sistemlerinin hepsi olmazsa olmazdır. Gerisini siz düşünün. Bunların hepsini toplasanız, belki de tahrip gücü, israilin tek bir uçaktan attığı bombalar kadar bile yoktur.
Birde şu “israil toprakları” ifadesi, takıldı aklıma. Acaba israilin; çaldığı, gasp ettiği, işgal ettiği, artık her neyse, o topraklardan mı bahsediliyor? “İnteresting. Also very interesting.” İngilizce bildiğimden değil ama bu saçmalığı nasıl ifade edeceğimi bilmediğimden, birden bire içimden böyle söylemek geldi.
Katliam başlamadan önceki söylemler, hepimizin hafızasında, hala tazeliğini koruyor. Benim ilk aklıma gelenler de şunlar oldu. “Hamas’da çok masum değil.”, “Masum insanları rehin almaları çok yanlış bir tutum.”, “Hamas, bunu yaparken olacakları hiç mi düşünmedi?”, “Bu Hamas liderleri rahat koltuğunda oturuyor. Masum halk umurlarında değil.” gibi gibi birçok söylem. Sanki Gazze’de her şey normaldi de Hamas bu rahatı bozmuş, değil mi? Sanki 76 yıldır işgal altında olan Gazze değilmiş gibi, değil mi? İsrail ile çatışan, canını ortaya koyanların, sanki bilgisayar oyunlarında olduğu gibi yeniden kalkacakları düşünülüyor, demek ki. 76 yıldır her gün ölümle burun buruna yaşayan, “Ölüm bize şah damarımızdan daya yakındır.” İfadesinin tam karşılığını bulduğu bir milletten bahsediyoruz. 76 yıldır erkek, kadın, çocuk, yaşlı ayırt edilmeksizin, resmen zevk tatmini uğruna öldürülen bir toplumdan bahsediyoruz.
“Çocuklar, çocuklar, çocuklar”, bunu kulaklarınızda yankılansın diye tekrarlıyorum.
Bazen, defnedebilmek için, parçalanmış insan uzuvlarının, sağdan soldan toplandığı bir halktan (Çocuklardan, çocuklardan, çocuklardan) bahsediyoruz. Elbette ki hiçbir masumun canı yanmasın. Hangi milletten olursa olsun hiçbir çocuğun burnu bile kanamasın. Varsa bunu bilerek yapanlar, adı Hamas dahi olsa mutlaka cezasını çeksin. Ancak, cellatları masum göstermek için de, masumları cellat gibi göstermenin hiçbir manası yoktur.
Siyaset yazmadığım beni takip edenlerin malumudur. Şu anda da siyaset yaptığımı düşünmüyorum zaten. Hamas övgüsü yaptığımı düşünenleriniz olacaktır. Kimsenin fikrine ket vuracak halimiz yok. Herkes düşüncesinde hürdür. Yapacak bir şey yok.
Geçtiğimiz günlerde, Hamas’ın siyasi liderlerinden biri olan İsmail Haniye’nin üç oğlu ve dört torunu israil hava saldırısında katledildi. Saldırıyı kabul eden israil, Haniye'nin oğullarının Hamas'ın silahlı kanadında yer aldıklarını iddia ederek, "Üç Hamas üyesi, terörist faaliyetler gerçekleştirmek üzere hareket halindeyken vuruldu" dedi. Peki ya torunlar, onlardan bahsedilmiyor bile, yok sayılıyorlar. Birde “hani ya” Hamas liderlerinin tuzu kuruydu. Bunu nasıl açıklayacağız?
Asıl tuzu kuru olan, Suud Kralları, BAE Şeyhleri, Sisi ve daha nicelerinin, yaptıkları veya yapmadıkları ayan beyan ortada iken, vatanı için, dini için, çocukları için canını verenlere hüküm vermek bizim haddimiz mi olmalı? “İnteresting. Also very interesting.”
Madem bir şey yapamıyoruz, yapmıyoruz. Basit bir boykotu bile hakkı ile yerine getiremiyoruz. Hiç değilse susmayı öğrenmeliyiz. Hadi elimizden hiçbir şey gelmiyor diyelim, bari yapılacak en son şeyi yapıp israile ‘kalp ile buğzetmemiz’ gerekirken, bir dik duruşu olanları kahvehane dedikodularına kurban etmenin anlamı var mı? “İnteresting. Also very interesting.”
Şimdi soruyorum; mülteci kampında doğmuş, büyümüş. Defalarca suikasta uğramış. Üç oğlunu toprağa vermiş. Sürgünde olduğu için cenazelerine bile katılamamış bir babanın, israil ya da ABD ajanı olduğu gerçekçi bir yaklaşım mıdır? Uygulamalarında hatalar, yanlışlar olabilir. Varsa bunları herkes eleştirsin, ceza gerekiyorsa ona da eyvallah. Ancak bu komplo teorileri katil- siyonist- israilin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.
Son birkaç cümle ile sözü bitireyim: Lütfen, boykot deyip geçmeyelim, küçümsemeyelim, yabana atmayalım. Çünkü bu adi mahlûkatların dini de imanı da ‘para’. En büyük korkuları, güçlerini kaybetme korkusudur. Bu katiller, gücü ise paradan alıyorlar. Hani derler ya “ Fakiri döveceğine, üstünü yırt” diye. İşte tıpkı bunun gibi, “Zengini öldüreceğine parasını alacaksın”, çünkü fakir insan az ile yaşamayı bilir ama zengin fakirleşirse, açlıktan ölmese de, kahrından ölür.
Allah (c.c), mazlumların hakkına, kanına girenleri kahretsin. Amin…