Özellikle hafta sonları; caddelerde, sokaklarda yürümeyi ve alışveriş merkezlerinde gezinmeyi, bunu yaparken de etrafımızda olup biteni gözlemlemeyi seviyorum. Beden sağlığı açısından oldukça faydalı olmakla beraber, zihinsel olarak ise beni çok zorladığını söylemeliyim. Çünkü son zamanlarda zihnimde fazlaca karmaşık ve çelişkili durumlara yol açıyor.
Bu aralar en fazla dikkatimi çeken unsur; son yıllarda oldukça popüler olan ve kültürümüze 16. yy’ ın ortalarında yerleşmeye başlayan, Türk usulü demleme yöntemi ile servis edilen, halk arasında bir ikramının 40 yıl hatırının olduğunu düşündüğümüz, “Türk kahvesi” adı ile bizimle özdeşleşmiş bir lezzet olan, kahve ve çeşit çeşit kahvelerin satışını yapan mekânların yaygınlaşması. Tabi ki insanların bu lezzetleri tatması, bundan gelir elde etmek için yatırım yapan belirli gurupların sattığı ürünleri çeşitlendirmesi kadar doğal bir durum olamaz.
Bu mekânlardan ilk akla geleni ve hali hazırda en popüler olanı, hepinizin tahmin ettiği üzere “Starbucks” markası ile ünlenmiş mekânlardır. Hemen aklnıza “Siz de mi buna muhalefet olacaksınız?” sorusunun geldiğini tahmin edebiliyorum. Bunun cevabı hem “evet” hem de “hayır”. Ancak merak buyurmayın, boykottan bahsetmeyeceğim. Çünkü gençlerimizin zerre umurunda olmadığı, net bir şekilde görülüyor. Bunun vebalini de gençlere yükleyecek değilim. Bu şuuru öğretemeyen biz anne babalar daha fazla sorumluyuz. Ben farklı bir bakış açısı ile yaklaşmayı uygun buldum. Kim bilir, belki de bu işe yarar. Neyse konumuza devam edelim.
Öncelikle konunun özünü kaçırmamak adına küçük bir hatırlatma ile buna cevap vermeye başlayayım. Eskiden Türk Kahvesi ikramlarını, gerek evde gerekse kahvehane, kıraathane ya da çay ocağı gibi isimlerle anılan mekânlarda; özellikle bayramlarda, kız isteme gibi özel günlerde, misafirlere, daha fazla değer verdiğimiz kişilerin önemini hatırlatmak için yanında bir bardak su ile yapardık. Kahveyi içen kişi önce kahveyi değil de suyu içerse, aç olduğunu düşünerek yemek ikramı da arkasına yapılırdı. Bu konuyu fazla detaylandırmak istemiyorum zaten bu bilgileri sizler belki de benden daha fazla biliyorsunuzdur. Eski ile yeniyi kıyas etme kısmını sizlere bırakıyorum.
Şimdi, hem “evet” hem de “hayır” cevabına geçelim.
Olumlu bulduğum şeylerden başlamak istiyorum. Bu mekânların kadim bir kültürün unutturulmadan, çeşitlendirilerek, insanları farklı lezzetlerle buluşturmasını, bu esnada yapılan muhabbetleri son derece önemli buluyorum. Ayrıca, buraların modern tasarımlarını da beğendiğimi söyleyebilirim.
Beni düşündüren ve zihnimde çelişkili durumlara sokan olgulara gelecek olursak. Özellikle “Starbucks” veya benzeri kafelerde gördüğüm uzun kuyrukları ve tabelada yazan fiyatları görünce, şunu düşünmeden edemiyorum. Bir kahveye eğer 100 ila 200 TL aralığında bir ücret ödüyorsam, servis hizmetini neden ben yapıyorum. Bu durumun, hizmet sektörünün mantığına uygun bir hal olmadığı kanaatindeyim. Çünkü verdiğimiz ücretle birlikte bir nevi hizmeti de satın almamız gerekmez mi? Kapitalizmin, bizleri, paramızı ödediğimiz halde çalıştırıyor olması garip değil mi? Eğer bu durum garipsenecek bir hal değilse ki öyle olsa bu kuyruklar olmaz. O zaman bu kadar çileye karşılık misafirime, dostuma samimi olarak ikramda bulunduğum bir kahvenin hatırı kesinlikle 40 değil 60 yıl olmalı. Paramızla köleleştiriliyoruz ve bu durumu düzeltmek için çabalamak şöyle dursun, Türk insanından beklenmeyecek derecede sakin kalarak, kahve sırası bekliyoruz. Enteresan!
Bir garip halden daha bahsetmek istiyorum. Çeşit çeşit kahvelerin, genellikle pet ya da karton bardakta verilmesi, mekâna yapılan masraf ve ödediğimiz fiyatlar düşünülünce sizce de tezat değil mi? Ama kapitalist ve köleci mantık ile düşününce, öyle olmadığını görüyoruz. Çünkü porselen ya da
cam bardağı elimizde sokak sokak taşıyıp bedava reklam yapamazdık değil mi? Yani anlayacağınız, çaktırmadan kullanılıyoruz.
Son bir hususa daha değinmek istiyorum. Genellikle gençlerin tercih ettikleri bu mekânlarda, üzeri marka amblemi ile döşenmiş bardaklarda, ben buradaydım dercesine, çekinip sosyal medyaya koyulan fotoğrafların, birilerine üstünlük vesikası olarak kullanılmasını son derece yanlış buluyorum. İnşallah öyle değildir ama sırf bu yüzden bu tip yerler tercih ediliyorsa, o zaman, o kahvenin, bırakın kırk yılı, beş dakikalık bile hatırı olmamalı bence.
Tevazu, ikramın altın tacı gibidir. En büyük tevazu sahibi Hz. Peygamber (s.a.v)’ in şu öğüdünü unutmayalım; “Allah Teâlâ bana: O kadar mütevazı olun ki kimse kimseye böbürlenmesin; kimse kimseye zulmetmesin, diye bildirdi.” (Müslim, Cennet 64. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 40; İbni Mâce, Zühd 16, 23)
Yoksa tevazu ile ikram edilen kahvenin hatırını mı 60 yıla çıkarmalı?