Çok sevdiğim bir hikâye var hani siyasetin tam manasıyla ne olduğunu soranlar için sizinle paylaşmak istiyorum…
Günün birinde genç bir adam din ilmi öğrenmek için uzak diyarlardan İstanbul'daki bir şeyhin yanına gelir. Sonrasında dini öğrendiğini düşünerek kendisini eğiten şeyhin uyarılarını pekte dikkate almadan köyüne dönmek için yollara düşer.
Memleketi uzak yoldadır varır bir köye ve verir mola.
Günlerden Cumadır cuma namazını da kılıp yola düşecektir, lakin bu köyde bin türlü yalan dolanla köylüleri kandırıp onların paralarını söğüşleyen bir imamın olduğunu duyar.
Şeyhinden aldığı terbiye gereği bu duruma kayıtsız olamayacağını düşünüp cemaate, “sizin İmam tam bir yalancıdır, sizi kandırıyor” der. Bunun üzerine galeyana gelen cemaat “vay sen bizim imama nasıl yalancı dersin” diyerek genci bir güzel döverler.
Genç, birçok şeyi öğrenememiş olduğunu düşünüp nerde hata yaptığını anlamak için şeyhinin yanına geri döner. Şeyhi der ki, Oğlum ben sana dini öğrettim lakin siyaseti öğretmedim onu da öğren öyle git der. Böylece genç şeyhin tam olarak dünya işini öğrendiğini söylediği güne kadar yanında kalır.
Gün gelir şeyh piştin oğul haydi yolun açık olsun der, genç şeyhinin elini öpüp hayır dualarını aldıktan sonra yola çıkar, yolunun üstünde olan dayak yediği o köye uğramayı da ihmal etmez, İmamım düzenbazlıkları devam etmektedir.
Genç, cemaate döner ve “ey cemaat! Sizin bu imam pek muhterem bir zattır, sakalından bir tel alan cennetliktir” der. Bunun üzerine cennet özlemiyle yanıp tutuşan cemaat hocanın üzerine çullanıp onu yolunmuş tavuğa çevirmekte gecikmez…
Mevzu o ki; imamın siyaseti işe yaramış ve halkı nasıl örgütleyeceği aşikâr durumda. Ben buradan saf yürekli Anadolu insanına birkaç şey söylemek isterim. Siyasetçi seni nasıl kandıracağını iyi bilir ama bari sen kanma!
Mağdur edebiyatları, ben olmazsam kim ilgilenir, bir parti ne yapabilir, sayımız az… vs gibi yalan dolan hatta böyle olmazsa erken seçime de gideriz gibi üst perdeden salla gitsin kim yerse…
Hülasa, siyaset de biraz kumarhaneye benziyor, kazanan hep kasa yani en büyük patron…
Kaybeden de kumarı alışkanlık haline getiren oyuncuların temsil ettikleri seçmenler, yani halk…
Aslında biziz kaybeden velhasılıkelam…