İlhami BULUT

Fasa fiso şairler ve şiirler

İlhami BULUT

Geçen gün, bir sayfada bir arkadaşımızın; ortalık fasa, fiso şair ve şiirlerden geçilmiyor anlamında bir yorumunu tesadüfen okudum.

Bu şahsi bir yargı; böyle bir değerlendirme yapamaz mı? Herkes yapar, çünkü şiir; herkesin görüşünü açıklayacağı tavanı sınırsız bir sanat alanı, herkese yer vardır, yeter ki herkes yerini bilsin.

Herkes değerlendirme yapabilir; saygın, ben de herkes gibi bir değerlendirme yapmaya çalışacağım şimdi.

Herkes görüşünü ifade eder, ta ki kişi haklarına mütecaviz olmamak kaydıyla, bir görüş ileri sürerken, karşı görüşün de ileri sürülebileceğini hesaba katmamız gerek elbet.

Şimdi gelelim ‘fasa fiso şairler’ konusuna, neresi yanlış bu sözün peki!

Şiir kötü olamaz. Çünkü kötüden şiir olamaz, kötü olan şey, şiir olamaz. O başka bir şeydir, yazılan o şey, şiir adı altında yazılsa da fasa fiso ise; başka bir şeydir.

Altın, ayarı farklı olabilir, tenekeye altın diyebilir misiniz? Denilmez. Önce altın olacak sonra ayarını konuşuruz.

Bunun gibi. Ekmek çeşitleri vardır, somun, açık ekmek, tandır ekmeği vs. kötü ekmek olur mu, olmaz, niye çünkü o zaman o ekmek olmaz, yenilmez öyleyse o ekmek değil başka bir şeydir.

Bilmem anlatabiliyor muyuz?

Tikelden tümele gidecek olursak; kötü şiir olmaz, çünkü o şiir değildir, başka şeydir nedir onu bilemem. Bilmem de gerekmez.

Öyleyse şair fasa fiso olamaz, bir kişi fasa fiso olabilir ama o şair değildir, fasa, fiso şiir olmayacağı için, şair de fasa fiso olmaz, şairlik dışındaki kişiliğini ben bilemem. O ayrı konu.

Şiirin okulu yoktur; resim bölümü, müzik bölümü, tiyatro, sinema vs. şiir bölümü duydunuz mu, yoktur. Olmayan şey duyulmaz, öyleyse şiirin hocası da yoktur. Şiir Prof’u hiç duydunuz mu? Olmaz. O zaman bu sanatta farklı olan bir şey var.

Şiir yaza yaza öğrenilir (A.Karakoç) öğreticisi yoktur. Şu kadar ki, terminolojik olarak; işte kafiye, redif, aruz, serbest, hece vezni gibi, bu şiir malumatı öğretide yer alır, yani bu bilgileri öğrenen şiir yazabilir anlamına gelmez ve şair vasfı da kazandırmaz.

Herkeste biraz şairlik vardır, herkeste bir ressamlıkta vardır, 62 rakamını az çok tavşana benzetirim ben, ressamlık var bende demek ki; az da olsa, ben ressam mıyım, herkeste her sanattan bir miktar yetenek vardır, ipliği iğneden geçirirsen sen de terzilikte vardır, duvara bir çivi çakarsan marangozlukta var demektir çünkü bu ameliyeler o meslek eylemleridir. Herkeste de biraz şairlik vardır.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Ben; Yemen Türküsünü dinleyen olsa, Kemal Sunal gibi çok yanık söylerim, şimdi ben Mahsuni Şerif mi oldum, Aşık Veysel mi oldum. Ses sanatçısı mı oldum yani.

Şiir diye yazıyor. Yazsın. Annesinin makyaj takımını ele geçiren çocuk gibi yüzüne, gözüne bulaştırıp, oyun olmasın da yazsın. Olursa da olsun, sana ne, bana ne.

Divan şiirinde Şeyh Galip’ten bu yana onbinden fazla divanı olan şair var şimdi on taneden fazlasını hatırlıyor muyuz? Yok. Bırak yazsın.

Kaldı ki, ben şahsen samimi olarak diyorum, yaşadığım şehir Elazığ’ın tamamının şair olmasını istediğim gibi, komşu illerin, Doğu Anadolu Bölgesinin hatta Türkiye’nin tamamının şair olmasını isterim, sadece Türkiye mi, Yunanistan’ın da tamamının şair olmasını isterim, hatta gülmeyin lütfen bugün bebek kasaplığı yapan İsrail’in de tümünün şair olmasını isterim. İsterim çünkü bu kötülükler olmaz o zaman.

İnsan önce kendisi ile samimi olmalı bakın Cumhuriyet Şiirini en iyi bilen isimlerden biri merhum Prof. Mehmet Kaplan, en kapsamlı ve makbul şiir tahlilleri eseri mevcuttur. Bu alanda bu kadar öğretici.

Şu güzel dürüst söz karşısında saygıyla eğiliyorum.

Ne diyor biliyor musunuz? Bu kadar şiirle haşir neşir oldum. hiç değilse bir beyit yazabilmeyi isterdim. İşte bu da şiir gibi bir beyandır. Yani şiir uydurmamış.

Yazan yazsın hatta teşvik edelim, yeter ki yazsın, kendi göze almışsa yazsın, en kaliteli süzgeç zamandır. Kaldı ki, şiir bir ekmek kapısı da değil ki, işte şairlerin ekmeği ile oynuyor diyesin.

Şu kıssa; şiir bu blokuna cuk diye oturur.

Tavuk yumurtalarına bir tane de, ördek yumurtası karışmış, anne tavuk, dünyaya ördek olarak gelen civciv diğer kardeşleri ile birlikte annesinin peşinde bir su kenarında gezerken, ördek yavrusu hemen suya dalmış.

Anne tavuk içgüdü ile yavrusunun peşinden atlamış suyun içine; ördek yavru bakmış annesi arkasında boğuldu, boğulacak. Bağırıyor. Anne gelme, gelme anneeeeeeeeeee boğulursun.

Ördek yavrusu kenara çıkıyor, ne yaptın anne boğulacaktın, yavrum; boğulmayayım da, senin boğulmanı mı izleyeyim, anne anne ben boğulmam, benim içimde bir teçhizat var, kuşatan kuşatmış, ben suda boğulmam. Allah vergisi demek gerekir mi ? Takdir sizin.

Biraz toparlayacak olursak; hiç kimse şiirde son sözü söyleyemez.

Şiirin tanımı yok, şiir bilgi değil duygu telkin eder. Annem rahmetli, hayatta ağzından şiir kelimesinin bile çıktığını sanmıyorum. Kıbrıs’taki vatani görevden sonra teskere alıp döndüğümde.

Köydü, evimizin avlusunda, beni görünce; ayağa kalktı, ellerini semaya açtı, ‘dediler ki İlhamı gelmiş müjde veren dillere kurban olam, sülüsünü, tezkeresini imzalayan komutana kurban olam, geldiğin yollara kurban olam, gördüğün kuşlara, söylediğin türkülere kurban olam, anan ölsün İlhamı, hanemi şenlendiren yiğidime kurban olam ben’ bunun için diyoruz işte biz şair bir milletiz, evet bir Alman’da, annedir, İngiliz’de; ama acep askerden dönen evladına böyle mi seslenir.

Annelerimizden bu benzer sözleri çok duymuşuzdur.

Şimdi bu anlık ifadeler şiir mi? Haydi diyelim şiir olmasın, ya ne olacak bu, duygu salkımı, şiir yazdırır şiir.

İşte buralardan mülhem, hani dedik ya;

*

Ak düşen yıllarım, dönsün tersine

Bir yılı bir güne satayım anne

Dizinde minnacık başım izine

Yeniden uzanıp yatayım anne.

*

Bize biri bir elma ikram ettiğinde; o elmaya mı, yoksa ikram edene mi teşekkür ederiz.

Bu dizeler şiirse, bu şiiri annem bana ikram etti, onun için derim ki; şiir yazdırmak, yazmadan evladır. Şiir yazmak, şiir yazdıranın eline su dökmektir.

Şairsen; sana yazdıranın eline su dökeceksin. Onun içindir ki, Türk şiirinde kadın şiir yazdıran olmuştur hep, maşuk pozisyonundadır, şiir yazamaz mı! niye yazmasın, işte bol bol yazılıyor ya ne güzel.

Yazar yazar da; yazarken farkında olmadan kendini yazar, çünkü aşkı doğuran kendisidir. İşi zordur yani. Aşık mevkiindeki gibi süsleme yapamaz, yaparsa ne olur.Bilemem.

Biz bu yazıları, sırf fesbuk ortamı için değil, ilgili arşivimize , gerektiğinde dergilere ve kayıtlarımıza alıyoruz. Geleceğe bir şeyler bırakmak adına, kaldı ki, sırf fesbuk için de yazmak güzeldir, hem de çok güzeldir.

Biraz yeri geldi sanırım; bir zaman önce, bir şaire yeni çıkan şiir kitabını aceleyle gönderdi, ısrarla takip ediyor. Kitap geldi mi, Hocam, gelmedi mi, nihayet: geldi geldi.

Ben tarzım gereği; şiir diye yazılan metnin ilk iki satırını okurum; mısra ise devam ederim, cümle ise; okuma eylemim biter.

İlk iki sayfayı iki cümle ile atlattık, üçüncü sayfaya geldi, benim bir şiirim intihal ne de mülhem konusu yapmış; kısmen eğmiş, bükmüş apaçık kalitesiz bir ruj.

Telefonla döndüm; burası nedir, bu nedir hocam. Ben daha önce yazmıştım dedi, peki; mahkemede ispata edebilecek misiniz. Benim kayıtlarda mevcut bu şiir. Dedim.

Başladı ağlamaya: helal hoş olsun dedim.

Ayrıca dedim ki; şiir yazdırmak, yazmaktan daha evladır. Güle güle diyerek konuyu noktaladık.

Dünyadaki bütün alfabeleri bir araya getirsen, şiir olmadan bir damla duyguyu süzemezsin, bu da şiirde bir tılsım.

Ucu açık konu yayıldıkça yayılıyor.

Çok rastlamışımdır. Şiir etkinliklerinde bazı cevval kardeşlerimiz: sahne alınca; silahşor gibi koynundan çektiği bir tomar kağıt arasından;

Soruyor seyirciye; buraya gelirken 3 tane şiir yazdım, hangisini okuyayım, eşime yazdığımı mı; ‘sabunu koydum leğene’ . Yahya Kemal Sessiz Gemi şiirini sekiz yılda yazdı; biraz aceleye getirdim dedi. Her neyse. Konu uzadıkça uzuyor.

Kişi yazdığında mutlu oluyorsa, yazsın; ama gündemi bloka etmeden yazsın, yazsın, yazsın.

Şiir bağlamı niye böyle pespaye hale geldi, sebebi şu; daha önce ciddi dergiler vardı; senelerce yazardın, bir tek mısra bile yayınlamazlardı, bir süzgeç vardı yani. Şimdi herkesin önünde bir dergi, bu güzel bir olanaktır, bunda samimiyim. Doğurduğu neticeye de katlanacağız.

Varlık içinde yokluk, şiir yoksunluğu varsa; bu şair sorunu değil, şiir yazdıranların sorunudur.

Bu bağlamda son söz.

Şu kadar ki; konu şiir ise, orada bir tek kişinin değil kalbinin kırılması, incinmesi halinde bile orada ne şiir vardır ne de şair. Nokta.

*

kırmızı hıçkırıklı

canı yanan bebeğin

ilk damlası daha düşmeden yere

tekmeleyip gitmek isterim darağacını

velev ki çok yorgun olsam bile.,..

Yazarın Diğer Yazıları