Evrene baktığımızda yaratılan her nesnenin mükemmel bir tasarımcısı olduğunu görürüz.
Yaratılan her nesne yaratıcının mükemmel sanat eseridir. Ve yaratılan her şey bireyin ve toplumun mutluluğu içindir.
Bundan esinlenerek bir tarif yapacak olursak sanat; yaratıcının insana verdiği akıl, duygu, düşünce ve hayallerini, somut ve soyut malzemeler kullanarak bireye ve topluma yararlı olmak için oluşturduğu eserler olarak tarif edebiliriz.
Sanatçı ise kendisinin ve evrenin mükemmel yapısı içerisinde, yaratıcının kendisine verdiği yetenekler ile bireye ve topluma yararlı eserler üreten kişilerdir.
Bu bağlamda sanatçı, yaratıcı dan başka hiçbir insani otoriteye bağlı olmayan sivil bir kişiliktir.
Sanatçı, devlet, iktidar veya herhangi bir ideolojik yapıya bağlı kalmadan doğru bildiklerini eserlerine aktarır.
Yani sanatçı bağımsız olarak sadece yaşadığı ülkeye ve topluma karşı kendisini sorumlu hisseder.
Bu açıklamalardan esinlenerek şu soruları sormamız gerek.
Devlet sanatçısı olurmu?
Devlet ve sanatçı arasında ilişkiler nasıl olmalı?
Devlet, sanat ve sanatçıya neden destek olur?
Devlet sanatçısı olan kişi bağımsız olarak eser üretebilir mi?
Bu konu sanat camiasında her zaman çokça tartışılan bir konudur.
Bu soruların cevabını aradığımızda şunu görmekteyiz.
Devlet ve hükümete bağlı sanat üreten bütün kişiler ve kurumlar, sosyal ve kültürel alandaki her yapılaşmayı, devlet veya iktidar ideolojisinin yaygınlaştırılması ve benimsetilmesi için bir propaganda aracından başka bir şey değildir.
Otoriter iktidarlar kendi anlayışını topluma empoze etmek yani toplum mühendisliği yapmak için sanatsal bir yapı kurarak kendi doğru ve yanlışlarını kabullendirmek ister.
Bunun içinde kendi ideolojisine uygun sanatçı ve sanat yapıtlarını tercih ederek destek olur. Bu yöntem ilede iktidarlar kendi sanatçısını oluşturur.
Devletin tercih ettiği sanat ve sanatçılar bilinçli bir tercihtir ve içinde bir ayrımcılık barındırır. Özgürlüğün olmadığı böylesi bir ortamda sanatçı yetişemez ve sanattan bahsetmek mümkün olmaz.
Ülkemizde sanatçı ve sanat anlayışının serüvenine baktığımızda yukarıda anlattığımız yapının uygulandığını görürüz.
Cumhuriyet dönemi ile birlikte yapılan reformlar, sosyal ve kültürel olarak daha çok bireyi ve toplumsal yapıyı değiştirmek ve dönüştürmek amacı ile yapıldığı için devletin sanata ve sanatçıya bakışıda bu paralelde olmuştur.
10 Haziran 1949 yılında kurulan devlet tiyatroları genel müdürlüğü ve benzeri kuruluşlarda bu amaca hizmet etmiştir.
Bu kuruluşun bünyesinde yer alan bütün kadrolar ve sanatçılar, İslam ve Türk kültüründen kopuk, Türkiye'nin batılılaşma ve modernleşmesi politikasına hizmet etmiştir.
Çok ilginçtir ve birçok kişi bunu bilmez.
Batılılaşma hayranlığı ve politikası nedeni ile bir dönem bu ülkede Türk müziği bile yasaklanmıştır.
1934 yılında geleneksel Türk müziğinin radyoda çalınması yasaklanmış ve bu yasak iki yıl sürmüştür.
Yine 1926 yılında, Milli Eğitim Bakanlığı'nın tüm okullara göndermiş olduğu bir genelgeyle tüm okullardaki Türk Müziği eğitimi yasaklanmıştı.
"Devlet tiyatroları" yapılanması "Devlet memurları" anlayışı ile paraleldir. Böyle bir yapının olması doğru değildir.
Ülkemizde sanat alanında yıllardır bunun sancısını çekiyoruz.
Devlet sanatçısına memur anlayışı ile bakan bir anlayıştan başarı beklemek mümkün değildir.
Bunun en güzel örneği, Devlet Tiyatrolar Genel Müdürü Tamer Karadağlı'nın geçtiğimiz haftalarda çalışmadan maaş alan oyunculara tepki göstermiş, ‘’Lale devri bitti. Çalışmayan oyuncunun teşviklerini ödemiyorum" demişti. Devlet Tiyatrolar Müdürlüğü’ne bağlı 70’den fazla sanatçının çalışmadan teşvik ve maaş aldığı ortaya çıkmıştı.
Yine çok ilginç bir anekdot olarak,
Eski Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik'in açıklamaları yozlaşmanın boyutlarını göstermesi bakımından çok önemlidir.
"Dönemin Kültür Bakanı CHP'li Fikri Sağlar, Erdoğan'a hakaret ediyordu."
"Kızının terfisini yapmadım diye görevimden ayrılmak zorunda kaldım."
"Devlet Tiyatrosu'nda görev almak için Pensilvanya'ya ziyarete gidiyorlardı."
"Devlet Tiyatrosu genel sekreterini CIA belirledi."
Bu açıklamalar gerçekten korkunçtur.
Bu mantık ve anlayış ile devleti idare eden siyasal iktidarların ideolojik kalıplarına göre sanat politikaları yürüttüğümüz için dünya çapında sanatçı ve eser üretilememiştir.
Yapılması gereken şudur;
Bu paralelde sanat adına ne kadar oluşum varsa "Devlet tiyatroları" "Devlet Opera ve Balesi" gibi kurumlar kaldırılarak sanat çalışmaları özel sektör tarafından yapılmalıdır. Devlet sadece denetleme görevi yapmalı ve yapılan çalışmalara destek olmalıdır.
Devlet yada iktidarlar, devletin bütünlüğüne aykırı olmayan, ayrılıkçı, bölücü ve ırkçılık çağrışımlar yapmayan ve toplumsal ahlaki değerler ile çelişmeyen eserler ortaya koymak şartı ile sanat ve sanatçıyı desteklemek adına ayırım gözetmeksizin her sanatçıya eşit mesafede durarak destek olmalıdır.
Sanatçıda politize olmadan kendi işini yapmalıdır.
Siyasi partilerin sanatçısı olursanız yüz yıl daha geçse dünya çapında bir sanatçı ve sanat eseri yapmanız mümkün olmayacaktır.