Cumhuriyetimiz 99 yaşında…
Cumhuriyetimiz dünya döndükçe, kıyamete kadar yaşasın ve dahi Rab’bim bizi devletsiz, vatansız, bayraksız bırakmasın…
“Cumhuriyeti, bu milletin ortak bir değeri gibi kutlayıp, sıkıcı Kemalistlerin milletin büyük bir çoğunluğuna tepeden bakarak, hakaretler savurduğu tapınak ayinleri gibi kutlanmasından kurtaranlara da selam olsun!” Diyecekken TRT’de bir hanım kızımız Merdan Yanardağ ve Emre Kongar nefretiyle harmanlanmış, Uğur Dündar artistliğine bulanmış, Müjdat Gezen seviyesizliğinde, Yılmaz Özdil sevimsizliğinde ve cehaletinde bir laf edince Kemalizm zulmü üzerine birkaç kelam edeyim dedim!
Kızımız TRT ekranlarında şöyle buyurmuş:
“Bizi ümmet olmaktan çıkarıp birey olma bilinci veren Atatürk’ü anıyorum.”
Şimdi buradan kızımıza “Ümmet nedir, birey nedir?... Kültürsüz ve köksüz bilinç olur mu? Sen en iyisi git de Halk TV’de, TELE 1’de dinden nefret etme ayinlerine katıl!” dersem, yazı çok uzar ve konunun dışına çıkarım.
Gelin bugün hep birlikte, Edirne’den öteye kimsenin tınlamadığı bir “izm” iddiasıyla ortaya çıkan Kemalizm üzerine birkaç kelime zayi edelim!
Sanırım yıllarca eleştirilmek istenen şey Atatürk’ten ziyade Kemalistlerdi.
Bilmem kaç sayılı “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”un içeriğini olmasa bile varlığını bilmeyeniniz yoktur.
Siz bu kanunu daha çok “Atatürk’ü koruma kanunu” diye biliyorsunuz. Bilen bilir, bu kanunun trajik komik bir hikâyesi vardır. Kanun, rahmetli Adnan Menderes döneminde İsmet İnönü’ye karşı bir siyasi hamle yapmak amacıyla şu ifadeler gerekçe gösterilerek çıkartılmıştır: “Atatürk’e bağlılık hislerimizin hep beraber ifadesi gayesiyle.”
Bağlılık hislerini dile getirmek için kanun çıkaran rahmetli Menderes, Atatürk İlke ve İnkılaplarına aykırı hareket ettiği gerekçesiyle darbeciler tarafından katledilmişti.
Ehlivukuf edasıyla “Burası çok garip bir memleket azizim!” demenin anlamı yok. Zira bu ülkede olması gerektiği gibi davranıldığında hayret duygusu uyanmaktadır!
Velhasıl, Atatürk’ü koruma kanunu zamanla “Kemalist’i koruma, kollama, nüfuz sağlama” imkânı sağladı. Atatürk’ü korumak için kanun çıkaran Menderes, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyete aykırı hareket etmek gerekçesiyle idam edildi.
Kimse çıkıp da korkusundan, Atatürk İlke ve İnkılaplarına aykırı hareket edildiği gerekçesiyle darbe yapıp, Atatürk’ün koyduğu Anayasayı kaldıranlara “Paşa, paşa! Bu ne yaman çelişki?” diye sormadı. Soramazdı! Çünkü eski bir faşist ve yobaz yurtseverin(!) de dediği gibi o zamanlar “İlericilerin tankları vardı.”! Ve de ilericiler jopu sadece dövmek için de kullanmıyorlardı! (Aynı ilericiler tanka binen FETÖ’cüleri de sevdiler dersem konu yine uzar! Belki başka bir gün bu ilericilerin tank ve postal merakını yazarız.)
Zamanla darbe, idam, işkence, hapis korkularıyla insanlar kendi menfaatleri için Atatürk’ün arkasına saklananlara bir şey diyemedi. Korunan Atatürk değil, Kemalistlerdi!
KEMALİST’İN ANLATTIĞI ATATÜRK
Bu ülkenin muhafazakârlarıyla Atatürk arasında bir duvar örüldüyse, bu durumda en büyük vebal Kemalistlerdedir. Nasıl mı? (Tarihi, siyasi sebepler bu yazının konusu değildir.)
Konuyu iki başlık altında özetleyebiliriz: “Anlatıcılar ve anlatılanlar.”
Bizde, anlatılan şeyi anlatanın şahsında değerlendirmek gibi bir alışkanlık vardır. Bu yüzden, Mevlana’nın söylediği tartışmalı olan; “…, bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye.” sözünü her sevmediğimiz zat için kullanırız. Ee, biraz da hava katar!
Evet! Maalesef, bizim Kemalistlerin hepsi olmasa bile kahir ekseriyeti sıkıcı, ukala, egosu anlamsız derecede hormonlu, kendisi gibi düşünmeyenin karşısında onun efendisi gibi davranan, halkçı geçinen ama halkın bütün değerlerine nefret besleyen tiplerden oluşur.
Yılmaz Özdil gibi tüccarlar da vardır!
Hele eskiden hiç çekilir gibi değillerdi. Ak Parti döneminde “Artık Kemalist’e kız verilmeyecek!” seviyeye gelindiğinden beri sosyal medya haricinde pek bir tacizleri kalmadı.
Kemalist olmasalar bile aslında son derece itici olacak tipler yüzünden ister istemez muhafazakârlarla Atatürk arasına duvarlar örüldü. Belki Kemalistler bu kadar kibirli olamasaydı durum çok daha farklı olur muydu? Bilinmez!
Gelelim anlatılanlara,…
Daha altı yaşındaki bir çocuğun kargaları kovalamasını, ilerde ülkesini yedi düvele karşı korumasına ve ülkesini kurtarmasına karineymiş gibi gösterirsen, anlattıkların belki altı yaşındaki bir çocuğa fantastik gelebilir ama aklı başındaki insanların etkilenmesini beklemek olsa olsa salaklık olur!
Tabi bu üslup altı yaşında kalsa iyi. İlkokulda karşılaştığın bu üslup bir ömür yakanı bırakmıyor.
Atatürk’ü insani vasıflardan soyutlayıp olağanüstü bir şahsiyet haline dönüştürmeye çalışanlara, hadi dün hayatın kararmasın diye bir şey diyemiyordun, onu anladım. Bugün artık zulme dönüşüyor.
Ya filmler,…
Hepsi birer facia ürünü! Kurtuluş, Cumhuriyet vs. Nasıl zorlama, soğuk bir kahraman yaratma çabasıdır? Atatürk öyle bir anlatılıyor ki, haşa isyan edesin geliyor! Atatürk hiç uyumayan, sürekli okkalı laflar eden insanüstü bir kahraman…
Misal, Atatürk kendisine çay getiren er’e öyle bir bakış atar ki, er’in dizlerinin bağı çözülür ve er’in şahsında Atina tir tir titrer! Ne gerek var? Bırak çayı içsin. Çay bu, sadece çay.
Bizde sanat genelde solculardan, dolayısıyla evrensel Marksist terminolojiye rahmet okuturcasına Kemalistlerden sorulur. Sorulur da, bu filmler nedir aga, diye kimse sormaz.
Bakarsın dekor bit pazarı kalitesinde, mekanlar alakasız, replikler tahakkuk memuru resmiyetinde, oyunculuk asabi devler ciddiyetinin ötesine geçmiyor, senaryo ilkokul düzeyinde,…
Sevgili Kemalistler! Dost acı söyler. Bu filmler sayesinde taşralı bir tek “kıro” bile Kemalist olmadı! Kendimden biliyorum!
Ha, hiç mi işe yaramadı? Atatürk rolüne çok yakıştığı iddia edilen Rutkay Aziz mecburi görev misali zoraki ulusalcı oldu! O kadar.
Bitti!
Yılmaz Özdil’inki gibi enayi bir pazarım olsa size daha neler neler yazarım da, bizde şans yok!
Mecburen bitti!