Soğuk ve karlı bir kış günüydü. Birçok evde akşam yemekleri yenmiş,
çocuklar babalarına, annelerine doyasıya sarılmış, babalar ve anneler
de çocuklarının kokularını içlerine çekerek bağırlarına basmışlardı.
Kimileri çocuklarıyla doğum günü kutlamıştı, kimileri çerez ve çay
eşliğinde televizyon izliyordu.
Kimileri ertesi gün yapacaklarını, gelecek misafirlerine hangi yemek
ve yiyecekleri hazırlayacağını planlıyordu. Kimileri evini, arabasını
yenilemeyi, kimileri evine alacağı eşyaların taksitlerinin ödemesini
planlıyordu.
Kimileri hastanede doğacak bebeğinin heyecanı yaşıyor, kimileri
geçirdiği ağır hastalıktan dolayı gecenin nasıl geçeceğini
düşünüyordu. Kimileri sabah çıkacağı uzak yolculuğun heyecanı ile
valizini hazırlıyordu.
Kimileri de gereksiz bir öfkeye kapılıp, incir çekirdeğini doldurmayan
bir tartışmayla eşini ve çocuklarını üzüyor hatta kırıyordu. Kimileri
de bilmeden uzaktaki ailesiyle telefonda konuşuyor, onların halini
hatırını soruyor, hasret gideriyordu.
Kimileri üniversite okumak için gittiği şehirde parası bittiği için
sesi titreyerek, terden sırıl sıklam olmuş, yanakları kızarmış
vaziyette, yutkunarak, annesinden babasının kendisine para
göndermesini istiyordu.
Kimileri kaldıkları yurdun sekizinci katındaki odada arkadaşlarıyla
şakalaşıyor, daha yeni geldikleri memleketlerinden getirdikleri
yiyecekleri ikram ediyordu. Kimileri üniversite okumak için geldiği
şehrin sosyal hayatına alışmaya çalışıyordu. Kimileri de ailesinden
ayrıldığı için içindeki hüznü atmaya çalışıyordu.
Kimileri spor müsabakası için geldikleri ve ilk kez görecekleri şehri
merak ediyor, kaldıkları otelin terasından yanıp yanıp sönen renkli
ışıklı caddeleri temaşa ediyorlardı. Daha ana kuzusu olan sporcular
yarınki maçın heyecanıyla bir türlü uyuyamıyorlardı.
Gece oldukça ilerlemiş cadde ve sokaklarda ara sıra geçen arabaların
ışıkları ile yanıp sönen reklam tabelalarının ışıkları birbirine
karışıyordu. Sokağın başında yalpalaya yalpalaya yürüyen sarhoş ile
zikirden dönen sakallı hacı çarpışmış, inceden başlarıyla selamlaşarak
yollarına devam etmişlerdi. Az ötede bir karaltı gibi duran şuh
kıyafetli, toplum günahkârı kadın, kendisine doğru yaklaşan birilerine
doğru yürümeye başlamıştı bile.
Artık şehirler iyice derin bir sessizliğe bürünmüş, evlerin ışıkları
birer birer sönmüştü. Nedense şehirler bu gece daha bir farklıydı.
Sanki gecenin sonunda çok büyük bir hüzün çökecek gibi bir karamsar
hava vardı şehirlerde.
Ve…saat 4.17’yi gösterdiğinde önce hafif ve fakat sonra olan
şiddetiyle şehirler sarsılmaya başladı. Bitmek bilmeyen bu sarsıntı
tatlı uykularında olan minicik yürekleri parçalamıştı adeta.
Evlatlarını kurtarmak için çırpınan anne ve babaların birbirlerine
karışan çığlıkları gecenin sessizliğini bozuyor, ardı ardına çöken
binaların gürültüsüyle arabaların korna sesleri birbirlerine
karışıyordu.
Şaşkınlığını atlatan herkes düşe kalka kendini sokağa atmaya
çalışıyordu. Ancak bir kısmı daha merdivenlere bile ulaşamadan
binaların altında kalıyordu. Acı çığlıklar gittikçe artıyor, her
binanın enkazından kurtarın sesleri yükseliyordu.
Sağlam kalan binalardan can havliyle kendilerini dışarı atmaya
çalışanların çoğu, soğuk ve karlı sokaklara giysilerini bile alamadan
çıkabilmişlerdi. Telefon ve benzeri iletişim araçlarını alamayan
özellikle yurtlarda kalan öğrencileri de ailelerine haber verme telaşı
sarmıştı. O sırada televizyon ekranlarından bin yılın felaketini haber
alanlar, yakınlarına ulaşmak için her yolu deniyor ve fakat anlı şanlı
telefon operatörlerinin azizliğine uğruyorlardı.
Hiç kimse gecenin sonunda bin yılın felaketinin yaşanacağını;
eğlencelerinin, sevinçlerinin ve heyecanlarının böyle son bulacağını,
planlarının bu denli bozulacağını düşünmemişti. Gün ışıyınca felaketin
büyüklüğü daha net anlaşılmış ve acılar kat be kat artmıştı.
Herkes büyük oranda ekranlara kilitlenmiş, enkazlardan çıkan her canlı
için gözleri yaşlı Allah’a şükrediyordu. Hele de eller üstünde çıkan
minicik bedenlerin canlılık emaresi göstermeleri insanımızı sevince
boğuyordu.
Çocuklarını kurtarmaya çalışan anne ve babaların yardım edin
çığlıklarıyla, enkazlardan kurtarın diye bağıranların sesleri ne kadar
büyük bir trajediyle karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha bize
hatırlattı. Derinlerden gelen ibret alın sesleri bir kez daha
kulaklarımızı çınlatıyordu.
Evet, ibret alalım beyler hanımlar, deprem ve bina öldürmez, çalan,
denetlemeyen, görevini yapmayan insan öldürür. Yeter artık bitsin
depremden dolayı çekilen acılar vesselam.