Sana dün Çaydaçıra tepesinden baktım aziz Elaziz. Bulut mu desem, sis
mi desem üzerine çökmüş kirli beyaz bir hava vardı. O tertemiz havalı,
pırıl pırıl görüntünden eser yoktu. Uzak mahallelerdeki evlerin
sobalarından sızan dumanların, araba egzozlarından çıkan gazların,
depremde hasar almış binaların yıkımından dolayı kalkan tozların
havasını kirlettiği bir Elaziz vardı.
Plansız, gelişigüzel yükselen binalar; ufuksuz, öngörüsüz, vizyonsuz
yöneticilerin imara açtığı yerlerdeki hesapsız yapılaşmanın sonucu
ortaya çıkan daracık sokak ve caddelerle ne hale geldin aziz Elaziz.
Trafiği keşmekeş, yolları delik deşik, işlerine zamanında gitmek,
evlerine zamanında dönmek için yollarda ve duraklarda uzun kuyrukların
oluştuğu, insanların yorgun argın evlerine döndüğü bir şehir oldun
aziz Elaziz.
Dışarıdan aldığın göçlerle; sosyal dokusu bozulmuş, özü, kültürü,
dili, inancı, ticareti, hatta ahlakı değişmiş bir şehir oldun ne yazık
ki aziz Elaziz. Komşuluk kültürü, insan davranışları, yemek kültürü,
düğünleri hatta düğünlerdeki komşu şehirlerin halaylarıyla folkloru
bozulmuş, bir şehir oldun aziz Elaziz.
Denizi olmayan, turistik olmayan, sanayisi yeterli olmayan velhasıl
hiçbir özelliği olmayan bir şehirde; nasıl kazanıldığı şaibeli olan
paralarla astronomik rakamların uçuştuğu, evlerin peynir ekmek gibi
onlarca milyona satıldığı bir şehir oldun aziz Elaziz.
Dün sana Çaydaçıra tepesinden yeniden baktım aziz Elaziz. O komşu
kadınların; neşeyle, kahkahayla yaptıkları mis gibi sac ekmeği
kokularının geldiği bahçeli evlerin yok artık aziz Elaziz. Şimdilerde
bazı mahallelerinde gökyüzünü delecekmiş gibi yükselen onlarca katlı
binalar, bazı mahallelerindeyse gelişigüzel serpilmiş üçer beşer katlı
binalarla bir mimari katliamını andıran bir şehir oldun aziz Elaziz.
Artık sokak başlarında çeşmelerin yok, mis gibi somun ekmeği kokusunun
geldiği fırınların yok, sokak aralarında çocukların başına üşüştüğü
dondurma satan dondurmacılar yok, mahalle aralarında ya da sokaklarda
sebze ve meyve satan tablacılar, “simidyeee” diye bağırarak simit
satan simitçiler yok, velhasıl yokların çok artık aziz Elaziz.
Günlerce yağan kardan kapanan evinin önünü ve evin yolunu ellerinde
kürekle açmaya, sicim gibi yağan yağmura rağmen evin damını loğlamaya
çalışan amcaların beyaz atlara binip gittiği bir şehir oldun aziz
Elaziz.
Kuzine sobasının iç bölümünde gömbe pişiren, sobanın üstüne de ev
güzel koksun diye portakal kabuğu atan annelerin cennete gittiği bir
şehir oldun aziz Elaziz.
Mahalle aralarında namazdan çıkanların hem eski günleri yad etmek hem
de demli bir çay içmek için soluklandıkları aynı zamanda bir edep
okulu görevi gören, o güzelim çay ocaklarının yerini; kızlı erkekli
gençlerin pervasızca kahkahalar attıkları adına kafe dedikleri
karanlık ve izbe mekanlar aldı aziz Elaziz.
Cadde ve sokaklarında; pespaye kılıklı, garip saç traşlı, tuhaf
konuşmalarıyla gruplar halinde, şehrimizin kültüründen olmadıkları
açıkça anlaşılan kızlı erkekli gençlerin dolaştığı bir şehir oldun
aziz Elaziz.
Dün sana yılların yorgunluğuyla bir kez daha Çaydaçıra tepesinden
baktım aziz Elaziz. Mahzun, sessiz ve kederli halin içime dokundu. Bir
daha eski Elaziz gibi olur musun bilmem ama ben eski ben olamayacağım.
Seni çocukluğumda ve gençliğimde hatırladığım gibi ruhumda ancak
yaşatabilirim aziz Elaziz.