Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Yazı Kavramı Üzerine

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

 

01 Kasım 1928 Tarihi, “Latin Alfabesine geçiştir!”

Türkler tarihte en fazla alfabe değiştiren bir millet olmuştur;

“Göktürk Alfabesi, Uygur Alfabesi, Arap Alfabesi,

Ruslar ilk defa Orta Asya Türklerinin Alfabesini, “Kiril Alfabesine” çevirmiştir.

Türkiye, 1928 tarihinde Latin Alfabesini kullanmaya başlamıştır.

Bugün Türk Dünyasında en yaygın alfabe, “Latin ve Kiril Alfabeleridir!”

Bugün kullandığımız Latin alfabesine ulaşılması için Fenikelilerin;

“Sümerlerin yazı sistemi üzerine geliştirdiği sembollere dayanır!”

Abece ya da yabancı kökenli karşılığıyla alfabe,

“Her biri dildeki bir ses karşılık gelen harfler dizisidir!”

Burada bizim üzerinde duracağımız konu, ‘yazı kavramıdır!”

İnsanlık tarihi, yazının icadıyla başlar… O tarihi serüveni iyi okuyalım!

Bilgi, bu araç iledir ki, “toplanabilir, iletilebilir, saklanabilir”  hale gelmiştir.

Yazı sözlükte, “düşüncelerin belli işaretlerle tespit edilmesi, yazma işi”

Düşünceyi tespite yarayan işaretler düzeni, alfabe…

Genel bir kanaat, yazının icadının M.Ö. 3500 yıllarına kadar gittiğidir

Mısır’da; ‘resim yazısı…’ Sümerlerde, ‘şekil yazısı…’ kullanmışlardır

Sümerlerin kullandığı yazıya, ‘çivi yazısı…’ diyoruz.

Üzerinde yaşadığımız coğrafya,  ‘insanlık tarihinin medeniyet coğrafyasıdır’

Norveçli fotoğraf sanatçısı Kjell Sandved,

24 yıllık bir çalışmanın ardından kelebek kanatlarındaki desenlerden;

 Alfabenin bütün harflerini ve 1′den 9′a bütün rakamları fotoğraflara yansıttı.

HARFLER

Harfler bir ülkeden bir başa ülkeye, bir milletten diğer millete geçerken;

Takriben 3 bin yıl sürecek farklı bir gezi yapıyor.

Taşların üzerinden papirüse,  Papirüsten mumlu levhalara,

Mumlu levhalardan parşömene, Ve parşömenden kâğıda geçiyorlardı…

Binlerce yıl sürecek; uzun bir tarihi süreç…

Harfler; taştan kâğıda geçen tarihi süreç içerisinde görünüşlerini ve biçimlerini de değiştirdiler;

Bunu şöyle görselliğe taşıyabiliriz; Harfler; Taş üstünde dik ve dümdüz yükseliyordu…

Kâğıdın üzerinde yuvarlaklaşıyordu.

Balmumu üzerinde de yıldız biçiminde kıvrılıyordu…

Balçık üstünde çivileştiler, yıldız iğne biçimini aldılar.

Tarih boyunca insanlar, ‘yazı için hangi araçları kullandılar’

O dönemlerin araçları arasında;  taş, koyunun kürek kemiği,

Balçık yaprağı,  Çanak çömlek parçaları, Yırtıcı hayvan derileri,  

Ve ağaç kabukları gibi şeyler hep bu dönemler de kullanılıyordu…

Hz. Muhammed (as)  kutsal kitap Kuran-ı Kerim'i,

 Koyunların kürek kemiği üzerine yazdırmıştı…

Yazının ilk bulunuşundan günümüzdeki “harf yazısı“ durumuna gelinceye kadar,

Beş aşamadan geçtiği kabul edilmektedir:

Madde yazısı - Resim yazısı - Düşün yazısı, Ses yazsı, Harf yazısı…

Türkiye Cumhuriyetinde bugün kullanılmakta olan alfabeye gelinceye kadar,

 Türklerin alfabelerini birkaç kez değiştirdikleri bilinmekte,

 Ve bu konuda şöyle dörtlü bir dizi yapılmaktadır: Göktürk, Uygur, Arap, Latin…

Bakara Suresi 31. Ayette şöyle buyrulmaktadır;

“Ve (Allah Teâlâ) bütün eşyanın isimlerini Âdem’e bildirdi.”

Hadis, “Hz. Âdem’e on sahifelik bir kitap indirildiği…’ haber verilir.

İlk insanla birlikte,  ‘kalem ve yazı…’ söz konusudur

İnsanlık tarihinde,  “ilkel insan…” ifadesini kullanmak yanlıştır!

O yanlışın mutlaka terkedilmesi gerekmektedir

Paul Valery ne diyorlar;  “yazmak geleceği görmektir…”

Ali Fuat Başgil, “Kişinin kıymeti, dilinin altında ve kalemin ucunda gizlidir,

Onu söz ve yazı açığa vurur.”

Kalemde, kişinin kimliği/ yani iç dünyası gizlidir…

Sis dünyasının mürekkebe dönüştüğünü söylersek yeridir…

Amiel Suche, “Yazı yazmayı öğrenmek, her şeyden önce düşünmeyi öğrenmektir.”

Amiel Seche, “Yazı sanatı, hayatı incelemekle kazanılır.”

Yazı hayatı sizlere, ‘hayatı bir dantel misali işleme marifetini…’ gösteriyor

Hayat ve onu kuşatan kâinat, ‘atölye’ veya ‘laboratuvar…’ olarak düşlerinizdedir

Sürekli, öğrenmek ve tefekkür etmek kadar güzel bir şey var mı şu kâinatta…

Andre Gide, şu ifadeleriyle sanki bizlere sözcülük ediyorlar;

“Hiçbir kişisel çıkar bulunmadığı zaman; iyi yazılır, iyi düşünülür.”

Menfaatler, yazının özünü lekeler… O kendisini yıllar geçse de kendisini belli eder.

Ne demişler; “Söz uçar, yazı kalır…”

Yıllarca, bulundukları şehirde ‘yazı yazan insanlar…’

Yaşadıkları şehrin/ veya coğrafyanın ‘hafızası…’ olarak da anılırlar…

Bernard Shaw günümüz kalem erbabına bir nevi tavsiyelerde bulunurlar;

“Kendisi ve çağı hakkında yazan insan,

Bütün insanlar ve çağlar hakkında yazmış olur…”

İnsanlık tarihinde isimleri anılanlar, ‘eser bırakan şahsiyetlerdir’

Ahmet Yesevi’den günümüze süzülerek gelen hikmet deryasında;

Bin yılın verdiği eserler ve o eserlerin ruh dünyası söz konusudur…

Cenap Şehabettin, “çok yazan değil, güzel yazan yaşar!”

Sadece içerisinde yaşadığımız zamana değil, ‘geleceğe ışık tutmak…’

Bizler geleceğe, ‘kalıcı eserler bırakacak’  bilgiyle yürüyebiliriz…

Emile Zola, “Ancak yazıya geçmiş düşüncenin değeri vardır;

Geri kalanlar boş çırpınmalardan, rüzgârın alıp götürdüğü,

Bir saatlik hayallerden, başka bir şey değildir.”

Allah Resulü(sav), “Bilgiyi yazın ve pekiştirin” buyuruyorlar.

En büyük idealimiz ne olmalıdır, “bilgiyle birlikte anılmaktır!”

Bizler öldükten sonra, ‘hangi amellerin sevabı devam eder’

“Sadaka-i Cariye, İstifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”

Cemil Meriç, “ruh, yazının icadından beri ölümsüz…”

Yazı için bizler, ‘ifade sanatı…’ diyoruz!

Öyle kutlu bir sanat ki,

“Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır,

Âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir.”

Ne demişler; “söz kulağa, yazı uzağa gider…”

Samuel Johnson, “yazmak için yaşadım, yaşamak için yazdım!”

Kalem, hayatın bir parçası… Bizlerde, hayatın kendisi/ veya iz düşümü…

Yazı ve düşünmek birbirini bütünleyen iki kavram…

Nicolas Boileau, “Yazmaya başlamadan önce, düşünmeyi öğrenmeli”

Ö. L. Dickson, “Güzel yazmak, iyi düşünmek demektir”

Maksadımız,   ‘yazıyla birlikte ilimde derinleşmek…’

Sadece bugün için değil, ‘gelecek için de bağ kurmak…’

“Yazı, Kâğıt ve Kalem…” Medeniyeti ifade eder!

Bizler artık, 21 yy’da, “Türk Dünyasında Ortak Dili…” konuşalım.

Türk Birliğine gidebilecek yolları tartışalım.

.

CEZAYİR ULUSAL KURTULUŞ CEPHESİ…

01 Kasım 1954 Tarihi… Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesinin Kuruluşu…

Bu tarihten itibaren, “Cezayir Bağımsızlık Savaşının Başlaması…”

Cezayir’in bağımsızlık savaşında, Fransızların ‘soykırımına’ tarih tanıklık eder.

“Sêtif ve Guelma Katliamı…” 8 Mayıs 1945’lerde Fransızlar acımasızca;

1945 tarihinde Setif ve Guelma’da 45 Cezayirli katledilecektir”

Tarihin en büyük katliamları arasında yerini alacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları