Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Vefatının 38 Yılında Necip Fazıl Kısakürek

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Ahmet Necip Fazıl Kısakürek (26 Mayıs 1904- 25 Mayıs 1983)

Necip Fazıl Kısakürek’in vefatlarının 38. Yıldönümünde rahmetle anıyoruz!

Bizim nesil üzerinde etkileri/ hizmetleri o kadar büyüktür ki?

Eserlerini okuma zevkine vardık…

Kendilerini dinleme fırsatını da bulduk, ‘mükemmel bir hatipti’

Evlerimizde, kütüphanelerimizde; “Kaldırımlar, Bir Adam Yaratmak, Çerçeve,

Çöle İnen Nur, Cinnet Mustatili, Çile, Ahşap Konak,  Reis Bey, İman ve Aksiyon,

Ulu Hakan 11. Abdülhamid Han, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Hitabeler,

İdeolocya Örgüsü,  1001 Çerçeve (1-5), Son Devrin Din Mazlumları,

Piyeslerim (Ulu Hakan/ Yunus Emre/ S. P. Adam), Rabıta,  O ve Ben, Bâbıâli,

Sahte Kahramanlar, Rapor 1-13), İman ve İslam Atlası…” yer alırdı.

1980’li Yıllarda Türk Edebiyatı Dergisinde Ahmet Kabaklı Hocamızla birlikteydi!

1943-1978 yılları arasında 512 sayı yayınlanan, “Büyük Doğu Dergisi…”

Kendilerinin ifadesiyle, ‘iman ve aksiyon hareketinin merkeziydi…’

1934 yılında, Abdulhakim Arvasi ile tanışmaları… Büyük bir değişimin miladı!

“Yarın elbet bizim, elbet bizimdir.

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!”

Bir iman, aksiyon, gaye-ufuk insanının iradesi mısralarına yansıyacaktır.

“Elin oğlu okur atomu böler… Bizimkiler okur, milleti böler!”

1970’lerin, 1980’lerin Türkiye’ni en iyi özetleyen etkili ifadeler

O inanmış aydınlara dokunaklı sözlerle seslenecektir;

“Kendini dünyalar değerli sananlara kısa bir not;

Dünya beş para etmiyor!”

“İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan kork!”

“İki çeşit insan vardır; zaman geçtikçe hatalarıyla yüzleşen,

Zaman geçtikçe yüzsüzleşen…”

***

Gerek öğrencilik ve gerekse meslek hayatımızda, Necip Fazıl’ın eserleri…

Necip Fazıl Kısakürek’in tiyatro eserleri büyük bir titizlikle sahnelenirdi!

Şiir yarışmalarında /şiir sohbetlerinde, Üstat’ın özellikle de,
“Sakarya…” “Kaldırımlar…”

Başta olmak üzere, büyük bir zevkle okunurdu…

Şehir Tiyatroları tarafından da Üstat’ın sahnelenen eserleri…

“Ahşap Konak, Reis Bey, Abdülhamid, İbrahim Ethem,

Bir Adam Yaratmak, Yunus Emre…” hala hafızalarımızda!

Necip Fazıl, ‘bir sanat, bir gaye, bir ufuk insanıydı…’

***

Türk Şiirinin son dönem taçlanan tek şairi dersem yeridir.

Kelimelerle raks etti! Hele dile hiçbir zaman bühtan etmedi!

Anne sütü saflığında bir ahenk, bir mizaç, bin bir sessiz çığlık onun kaleminde,

 Sükûtu kıyama kaldırarak abideleştirdi.

Batıyı,  belki de en güzel o tarif etti.

“Doğu der ki Batıya, güneşi fethetsen de / Ruh gerçeği bendedir, madde
yalanı sende…”

Batının önünde elpençe duran zavallılar, tarihin mukadder ikliminden
niye kaçarsın!

Niye fetihler açacağın bir yolu kendine haram edersin?

Üstat’ın çizdiği çerçeve o kadar nefis ki, nefeslerinizi tutacak
derecede okumalısınız,

“her şey doğudan geldi, her şey, her şey, yani ruhumuz…” diyerek, niye kendine,

Kendimize, kendi yürüyüşümüze sahip çıkacağız!

Çünkü doğu, ilk peygamberlerin, resullerin, vahyin merkezidir.

O merkezde, hani nerede senin ruhi inkılâbın! Tarihe vecd içerisinde bağlılığın!

Üstat siyasi muhasebeyi özetin özeti içerisinde çıkarır, önümüze atar;

“Bu hale şu türlü geldik; bozgun ve yılgınlık… Ondan doğma şüphe ve güvensizlik…

Ondan doğma körü körüne hayranlık… Ondan doğma taklit ve kopyacılık…

Ondan doğma nefs muhasebesinden yoksunluk… Ondan doğma dış tesirlere esaret…

Ondan doğma maddi ve manevi emperyalizme ajanlık…

Ve hepsinden doğma İslam’dan nefret telkini… Bütün hesaplar bundan ibaret!”

Esaret, neredeyse dilimize persenk olmuş!

Bir milletin; gönlü gün doğumundan gün batımına kadar sürekli incitilmiş!

***

Batı nedir? İşte sizlere tarifi; “Aklında eski Yunan’a gitmek, nizamda
Roma’ya erişmek

Ve ahlakta hassasiyetle Hristiyanlığa yapışmak”

Ey sıska akıl, sırma kaftanlar giyen cüce sen,

Batının geçirdiği sarsıntıya, kendi iç ihtilaflarına ortak mı olmak istiyorsun!

Bunun adı nedir, ‘gaflet’ ve sonrasında ‘ihanete’ kadar giden bir maskaralık!

Anadolu’yu bir baştan öte başa, ‘sözün en âlâsını bir tohum misali
yüreklere atarak’ dolaştılar.

Dağ gibi siyasi öfkelerin önünde, nasıl ufalandığını da gördük!

Davayı, bir mukavva kâğıt gibi görmedi!

Düşünceyi örümcek yuvası gibi zayıf hülyalarıyla da örmedi!

Batıl itikatları ve ifrat tellallığını milletin önüne sürmedi!

Bütün ömrünce, yücelikleri seçti;

Gaye-Ufuk ve Peygamber dedi.

İman ve aksiyon markasından başka bir elbisesi de olmadı!

 Kendi diliyle dinleyelim;

“Sırtımda, taşınmaz yükü göklerin;

Herkes koşar, zıplar, ben yürüyemem!

İsterseniz hayat aşını verin;

Sayılı nimetler bal olsa yemem!”

Köhne dünyanın, köhne tuzakları ve azıkları ile donanmış bir hayat
gemisine elinin tersiyle,

‘geç git bre gafil’ dedi.

Fil kuleleri senin olsun, bana hayatın en ağır faturası daha zevkli ve
daha cazibeli gelir diyebilmiştir.

Bir şey daha söylemek isterim, ‘tuzaklar ondan kaçtı’

Bazen, ‘tufanlar, ona yol açtı’

Bir ömür, kendini Allah’a vermek!

Bir ömür, hakikati beyinlerde zonklatmak ne demektir.

Vefatının üzerinden yirmi dört yıl geçmiş.

Hala, gençliğin gönlünde yaşayan bir zirve olmak.

Hala, 21. Asrın içinde, ‘belaya selam durmak’ marifetini yüksünmeden taşıma…

“Akıl, akıl olsaydı ismi gönül olurdu;

Gönül gönlü bulsaydı, bozkırlar gül olurdu.”

 “Sabrın sonu selâmet

Sabır hayra alâmet

Belâ sana kahretsin

Sen belâya selâm et!”
 

Yazarın Diğer Yazıları