Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Tarihi İyi Okumalıyız

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Tarihi iyi okumalıyız. 
Tarih yapraklarını şöyle bir çevirdiğinizde, ‘hakikatlerle de yüzleşmiş’ olursunuz! 
1821 Rum İsyanının baş aktörü olarak da bilinen,
 Patrik Gregoryas’ın Rus Çarı Aleksandra yazdığı mektubu İgnatiyef hatıralarına almış.  
Geliniz o mektubu birlikte okuyalım; 
"Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. 
Türkler Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetlidir. 
Gayet mağrurdurlar ve izzetli iman sahibidirler. 
Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, 
Ananelerinin kuvvetinden, padişahlarına, devlet adamlarına, kumandanlarına
 Ve büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir. 
Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda,
 Sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. 
Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat,
 Duyguları da ananelerine olan bağlılıklarından, ahlaklarının sağlamlığından gelmektedir.
 Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını parçalamak, 
Dini sağlamlığını zayıflatmak icap eder. 
Bunun da en kısa yolu, milli geleneklerine,
 Ve maneviyatlarına uymayan harici fikirlere, hareketlere alıştırmaktır. 
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin kendilerinden şeklen çok güçlü, 
Kalabalık kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak
 Ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. 
Bu sebeple Osmanlı Devletini tasfiye için mücerred olarak harb meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. 
Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribi tamamlamaktır."
Batılı mütefekkirler ne diyorlar, “Türkler birçok kötülüğü Rumlardan öğrendiler!” 
Bizans denilince ilk akla, ‘siyasi entrikalar’ gelir! 
Anadolu’nun kapılarını bizlere açan Alparslan, 
“Bizler bidat bilmeyen saf ve temiz Müslümanlarız” sözleriyle bu milleti tarif ediyorlardı. 
Patrik Gregoryas’ın mektubuyla birebir örtüşen bir tarif! 
Anadolu’ya ilk geldiğimizde karşımızda Rumları, Ermenileri ve diğerlerini bulduk 
Bir batılı tarihçi M.A. Ubici’nin tespitleri çok önemlidir. 
1850 yıllarında İstanbul’da kalan M.A. Ubici’nin değerlendirmeleri şöyle; 
"Bir kaide olarak, Ermeni ye istediği paranın yarısını, 
Rum’a üçte birini, Yahudi ye dörtte birini veriniz. 
Fakat bir Müslüman’la alışveriş ettiğiniz zaman istediği fiyattan emin olunuz ve istediğini veriniz..."
Ne diyorlar, “Türkler, savaş meydanında kazandıklarını masa başında kaybediyor!” 
Masa başına samimi duygularla geliyorsunuz. 
Kafanızda binlerce şeytan/ şeytani fikir ve fesat dolaşmıyor. 
Masa başında hiçbir zaman diplomasi konuşmamıştır, 
‘yalanı adet haline getiren riyakâr yüzlerle’ muhatap oluyorsunuz! 
Bütün alışverişlerinde; ister siyasi, ister ticari, ister askeri olsun 
‘aldatma’ üzerine fikirlerini inşa ettirmişlerdir. 
Sözün burasında ne diyeceğim; Biz böyle bir millettik!.. 
Ahi Evran ruhuyla yedi iklimi selamlamıştık.
Günümüz Türkiye’sinin malum kirlenmişliğini görüyorum da;  utanıyorum, sıkılıyorum!
20 milyon km2’yi bulan o geniş coğrafyada, zabıta vaka ’sının nadir olarak görüldüğü bir milletin geldiği veya getirildiği yer! Sadece, vahim diyorum!..
Tarih boyunca, ‘adil, halim, selim, dürüst, güvenilir’ bir yüzle âlemi selamlayan bir millet şimdi akıl almaz iftiralar ve karalamalarla savaşıyor! 
Tarih boyunca, ‘emperyalist, sömürgeci ve istilacı’ olmayan bir millet, günümüzde tarihi suikastlarla karşı karşıya! “değil krallıklar; İmparatorluklar arasında bile asrında sulhu sağlayan” bir millet ve onun evlatları kahpeliklerle boğuşuyor! 
Gazi Atatürk, “Türkler kadar başka milletlerin diline, dinine, kültürüne bu kadar saygılı başka bir millet yoktur. 
Rumlar ve Ermeniler düşmanla işbirliği yapmadığı sürece rahat bir hayat yaşamıştır ve yaşayacaktır”  
Türk’ün dost ve samimi yüzü tarihin hiçbir döneminde değişmemiş! 
Ama o dost yüz kendisine aynı samimiyette bir tavır maalesef görememiştir. 
Şair Nebi Hezri ne diyorlar;
 “Muhabbet sonsuzdur, ömürse kısa
Ne olur, sadakat ebedi kalsa!
Kimin yüreğinde bir tel kırılsa,
Benim yüreğimdir, benim yüreğim
Yüzlerde gözlerde sevgi okunur
Muhabbet yürekten yüreğe konur
Güzeller gözünde o ateş, o nur
Benim yüreğimdir, benim yüreğim” 
Böyle bir yürekle asırları selamladık… 
Böyle bir yüreği koruyalım ama vakarımızdan ve edebimizden de zerre kadar tavizkar olmayalım!  
Örnek olalım ama ‘kantarın topunu da kaçırmayalım’ 
Bir millet kendi yürüyüşünü terk etimi, işte o zaman bela ve musibetler başına yağmaya başlar! 
Cengiz Aytmatov ne diyorlar; 
“Ey Türkoğlu! Sen özüne yabancılaşma, toprağına yabancılaşma, atana yabancılaşma! 
Kısaca, Türk ol! Toprağınla bütünleş, tarihinle bütünleş!”
Bir tarihçinin dediği gibi, “Türk’ten başka  Japon Denizinden Atlas Okyanusuna, Sibirya’dan Habeşistan’a kadar aynı anda sesini duyurmuş ve bu muazzam arz kıtasında 80’den fazla devlet kurmuş bir millet gösterilemez..” 
Bizler, tarihimizle baş başa geleceği tefekkür edecek bir iklimin arayışında olmalıyız. 
O sebepledir ki, tarihi tefekküre, ‘geçmişle muhabbet..’ deriz. 
O muhabbetten bir anekdot düşelim; 
16. yüzyılda Türklerle yaptığı mücadelelerden dolayı, Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" unvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğin de, evlatlarına tarihin ibretle asırlara ferman olarak takdim edeceği şu vasiyette bulunur: 
"Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız 
Asla Rus'a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. 
Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler"
Allah Resul’ünün Mekke hayatını hatırlayınız.. 
Müşrikler bütün emanetlerini, Allah Resulüne bırakırlardı!.. 
İman etmeseler bile, O’nun Muhammed’ül Emin olduğunu bilirlerdi..
‘emin ve güvenilir olmak..’ bu milletin belki de tarihte var olan en güzel sıfatları arasında görüyoruz..
Bu sıfat, Anadolu insanının varlık sebepleri arasında yerini alıyor diyebilirim.
Nelere üzülürüz?.
Dünü çabuk unutan bir milletiz!. 
Hafızası ve hatıraları canlı bir şekilde işlenmeyen
buna her ne hikmetse lüzum görmeyen bir milletiz!.
Bu durum bizleri ve aydınımızı ne yapmıştır; 
‘kendi içine kapalı/ korkak/ ürkek dozu bir türlü iyi ayarlanamayan bir karakter!.
 Uğur Derman çok ince bir üslup kullanır; “Sanatımızda gönül eksikliği var” 
Aman Allah’ım! Bu ne yalnızlık, bu ne hissizlik, bu ne garipliktir!.
Prof. Dr. Bayram Kodaman iki ana noktayı vurguluyor; 
“Birinci önemli nokta; Coğrafyayı, tabiatı vatanlaştırmayan, fiziki bir hâkimiyet ebedi değildir. 
Bu ise ülkeyi imar etmekle olur. İkinci önemli nokta; 
Toplumu milletleştirmeyen, insanı milletin ferdi yapmayan, beşeri unsur üzerindeki hâkimiyet ebedi değildir, gelip geçicidir. Milletleşme ise milli kültürle olur.”
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, doğudaki tarihi ihmal konusunu öylesine güzel bir şekilde dile getirmiştir ki; “Türkler, Anadolu’ya Doğu Anadolu’dan geldikleri ve uzun yıllar buralarda yaşayarak yüksek bir kültür ve medeniyet yarattıkları halde daha sonra Batıya yönelen fütuhat ve yerleşme dolayısıyla, Doğu Anadolu maalesef ihmale uğramış kendi kaderine terkedilmiştir..” 
Bu bir tarihi tespit!. Birde meselenin manevi ihmal yanı var.. Hadiselere karşı ilgisizlik..
Bir daha tekrar etmek istiyorum, ‘tarihi iyi okumalıyız!’ 
Dünü, iyi görebilmeliyiz. Bütün bunları yüreğimizden gelen bir sesle söylüyoruz. 
Tahsin Ünal, eserinin önsözünde; 
“Tarih yüzü gülmez, asık suratlı bir ihtiyar değildir. 
Aksine insanı bazen güldüren, bazen düşündüren fakat mutlaka güzel güzel fıkralar anlatan hoş sohbet, nur yüzlü bir ihtiyar dededir. 
İnsan bin yıl yaşamaz ama ihtiyar tarihi okuyan bin yıl yaşamış gibi bilgi, kültür, tefekkür ve tecrübe sahibi olur.” 

Yazarın Diğer Yazıları