Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nu Anarken

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ile ilk hafızalara, “Malazgirt Destanı” gelecektir. 
O, ‘Destanlarımızın Efendisidir’ O, en sevdiği Ay içerisinde Hakk’a yürüyecektir (21 Ağustos 1992)
Ağustos Ayının Türk milli hayatında apayrı bir yeri ve çehresi vardır. 
Türk zaferlerimiz, kati neticeleriyle millet hayatımızda yepyeni ufuklar açacaktır.
Bunlar içerisinde;
26 Ağustos 1071’de Malazgirt..
27 Ağustos 1389’da Kosova..
11 Ağustos 1473’de Otlukbeli...
23 Ağustos 1514’de Çaldıran..
24 Ağustos 1516’da Mercidabık..
26 Ağustos 1526’da Mohaç
4 Ağustos 1578’de Vadis Seyl
30 Ağustos 1922’de Başkumandanlık
Dikkat edilirse 8 büyük savaş, 
Cihan Tarihinin mukadderatında rol oynayan 8 büyük Tarihi Zafer, bu ay içerisinde kazanılmıştır. 
Bir tarihçi şöyle der; “Türk’ten başka Japon Denizinden Atlas Okyanusuna, 
Sibirya’dan Habeşistan’a kadar aynı anda sesini duyurmuş, bu muazzam arz kıtasında 
80’den fazla devlet kurmuş bir millet gösterilemez” 
Bir büyük tarih. Bir büyük coğrafya. Cihanşümul bir hâkimiyet!  Bunların hepsini bir araya getiren şairin tefekkür dünyasında hiç dolaştınız mı? İşte böylesine derin bir ufuklu bir şair; Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu!  Bu millet haklı olarak; mısraların ahenginde saf ve duru bir dille; ‘kendisini bulduğu…’ Yer ve zaman kaydıyla ilim ve hikmet pınarlarından beslendiğini görmekle bahtiyar olmaktadır.  Tarih yapmak ayrı bir hadise, tarih yazmak ise en zor olana talip olmaktır. 
Hele şiirin o sihirli atmosferinde bu milletin ‘hayatını dillendirmek’ 
Her babayiğidin harcı olmasa gerek! Niyazi Yıldırım böyle bir yüreğe sahip dava adamıdır…
Prof. Dr. Bahaettin Ögel’i bilirsiniz?  Elazığ’ın bağrından çıkan, dokuz cilt halinde evlerimize kazandırdığı;  Türk Kültür Tarihi ile ilim dünyası yakından tanımaktadır. 
Böylesine devasa kültürü en ince ayrıntılarına kadar içinde sindiren şahsiyet olarak Niyazi Yıldırım Bey’i görürüz! 
Nihal Atsız! Türk’ün tarihi romanını öylesine güçlü bir üslupla yazmıştır ki; sizleri tarihin yaşayan seyrine bir anda götürür.  Niyazi Bey, şiirlerinde bu güçlü romana, ‘mısralarıyla can vermiştir…’ 
Evet! 1929 yılında Elazığ’ın Ağın İlçesinde dünyaya gelen, Destan Şairimiz Gençosmanoğlu, İlk Öğrenimini doğduğu İlçede yapar. Sonra, Akçadağ Öğretmen Okulunun yolunu tutar.
Buradan mezun olduktan sonra meslek hayatının en verimli yıllara Elazığ’da geçer… 
Fikret Memişoğlu ve dönemin Edebiyat camiası ile birlikte kültür-sanat ve edebiyat faaliyetlerinin içerisinde aktif olarak yer alır. Yeni Fırat Dergisinde edebi denemeleri ve şiirleri yayınlanır. 
İlk eserlerini Elazığ’da yayınlanmakta olan Elazığ ve Turan Gazetelerinde verirler. 
Bu yıllar Elazığ’ın Kültür-Sanat ve Edebiyatta ‘altın çağıdır’ 
Günümüze ışık tutacak önemli eserler bu dönemde kazandırılmıştır. 
‘Çaydaçıra’ o yıllarda halk oyunlarında dünya birinciliğini alan efsunlu bir oyun.
Usta şair, halk arasında ‘mum dansı’ olarak bilinen bu oyunu mısralarında öylesine canlı tutmuştur ki, oyunun ritmiyle şiirin ahengi bir noktada birleşmiştir.
“Konsun şamdanlara mum, olsun ergenler sıra
İnsin davula tokmak, başlasın Çaydaçıra..

Bunlar bu yerin sesi, bu göğün gürlemesi
Mayası aşk ateştir. Belki sarmaz herkesi
Bir vuruşu tokmağın yetişir coşmamıza
Bir tel sesi çok bile, köpürüp taşmamıza..” 
Ağın dedik! Şairde, bu şirin ilçe bitme tükenme bilmeyen bir aşk ocağıdır. ‘mahalli kültürüne’ olan ilgisi gurbet yıllarında da doğduğu yerlere özlem ve hasret tutkusuyla bir ömür boyu sürmüştür 
Ağın için yazdığı şiirinde bu sevgiyi ve hasreti mısralarda gezinerek görmeniz mümkün;

Bunca güzel sevdik, fakat hiçbiri
Ağın dedikleri yâr gibi değil.
Çok meyve devşirdik bağdan bahçeden,
Onun bağrındaki nar gibi değil.

Gönül yeşilinden aldı muradı
Dil sesinkine eş lezzet aradı
Cem’in camındaki şarabın tadı
Al yanağındaki ter gibi değil.!”
  1970 sonrasında, Yayımlar Genel Müdürlüğü görevi ile birlikte Devlet Kitapları Müdürlüğünde bulunur. Bu teşkilatı yeni baştan organize eder. 
Çocuklara yönelik; ‘Yavru Türk’ dergisini bakanlık denetiminde düzenli şekilde 1974 yıllarına kadar yayınlamaya başlar. Daha sonra Türk Müziği Konservatuarı Genel Sekreterliği görevinde bulunur. 
Emekli olduktan sonra, Türk Edebiyatı Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü/ Türkiye Gazetesi Kültür-Sanat Yönetmenliği/ Doğu Türkistan’ın Sesi Dergisinin editörlüğünü yapar 
1992 yılında hakkın rahmetine yürümüştür, bu koca insan! O güzel insan eserlerinin önsözüne; 
“Şol gökleri kaldıranın
Donatarak dolduranın
“Ol” deyince olduranın
Doksan dokuz   adı ile..” Besmele çekerek başlamayı ihmal etmemiştir. 
İman ve İslam atlası üzerinde yoğrulan şu mübarek aziz vatan coğrafyasının bütün dertleriyle hemhal olmasını bilmiş bir çile/ bir dert/ yeri geldiğinde bir öfke insanıdır!. 
Bu coğrafyayı son asrımızda büyük bir zevk, büyük bir rikkat, büyük bir itina ile dopdolu anlatmıştır…
Onun eserlerini okudukça, bu coğrafyayı daha iyi tanıyoruz…’Tarihimizle buluşuyor’ 
Kendi kimliğimizle, desen ve çizgilerimizle ayağa kalkıyoruz.. 
Kendi ana kaynaklarımızdan besleniyoruz. 
“Vatan oğul.. Bayrak oğul. Devlet oğul. Can oğul
 Sevmek nedir bunu bilen âşıklara Bismillah

Gazi oğul, şehit oğul, iman oğul, din oğul..
Ak döşünden kan fışkıran deşiklere Bismillah

Düşte gördüm kanlı başın Peygamberin dizinde
Ocaklara, eşiklere, beşiklere Bismillah..”
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu 29 yıl önce aramızdan ayrılmış, Hakk’a yürümüştü. 
Anadolu’nun bağrından çıkan bir alperendi. Alp er Tunga’nın iki bin yıl sonra gelen soluğuydu.
Yunus’un dili, Mevlana’nın engin ufku, Sinan’ın eli, Itri’nin sesiydi. 
Maziyle hemhal olmuş, onun tefekkürüyle gönül gözleri açılmış, soframıza şiirin ziyafetini getirmiştir. Hayatı, ‘mücadele’ yapraklarının katmerli acılarıyla dolu.
Nasıl ki Elazığ’da 1960’lı yıllarda Fikret Memişoğlu ile birlikte bir büyük edebi hareketi başlatmış; edebiyatın birçok sahalarında nefis eserlerin verilmesine hizmet etmişse, Elazığ’dan İstanbul’a gidişleri ve orayı kendilerine mekân tutmaları şairin hayatında yeni bir dönemin başlamasına vesile olacaktı.
1970’li yıllarda yayın hayatına başlayan Türk Edebiyatı Dergisi rahmetli Ahmet Kabaklı’nın öncülüğünde bir büyük misyon üstleniyordu.
O misyon hareketinin içerisinde Niyazi Yıldırım, Necip Fazıl, Arif Nihat Asya, Osman Yüksel Serdengeçti gibi şiirin ve sanatın zirve isimleri/ ustaları bir araya gelmişlerdi..  
Hatıralarımın ve hafızamın canlı tutulmasında şairlerimiz o kadar mukaddes bir görev yapmışlar ki, tabir yerinde ise mısra mısra tarihi yaşatanlar da, bizlere sevdirenler de onlardır! 
“Sakarya” “Bursa’da Zaman” “Kaldırımlar” “Akıncılar” “Han Duvarları” “ Malazgirt Marşı” tarihimin altın sayfalarının nurdan tasvirleridir!
“Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman’ım” sözü şairde hayatının bir parçası olmuştur.
 “Hicret” şiirinde Allah’ın Resulünün Mekke’den Medine’ye göç edişini; mısralara o kadar canlı/içten/ihlaslı  tasvirlerle anlatıyor ki, bir mukaddes hareketi yürekten gelen bir seda ile yaşatıyor..
“Güvercin yuvası, örümcek ağı
 Böyle şey gördün mü ey Sevr Dağı?
Hayretin yeri yok ibret vaktidir.” (Hicret 1)

“Mekke kıvranırken içinde ye’sin
 Medine zevkinde ilahi sesin
Yeryüzü Fatiha, gökyüzü Yâ-sin,
Ay Sûre-i Nur.” (Hicret 11)
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Türk Dünyasının bütün acılarını/ sevinçlerini, bilumum hatıraları omuzlarında hissetmiştir.
Derin kültürüyle bezenen şiirlerinde bir seyyah-ı fakir gibi kendi gönül coğrafyanızda sizleri dolaştırır.. Kızıl İmparatorluğu yıkan Afgan Mücahidinin verdiği mücadele o kadar tatlı anlatılır ki, 
“Bu savaş/Ekmek-Aş/ Kavgası değil...
İnsanlığın gurur,  İslâmlığın şuur kavgasıdır.
Zulme-Komünizme karşı, Müslümanlığın/
Nûr kavgasıdır.” 
“Moskof tanklarına göğüs gerende
Ali duruşlu
 Düşman saflarına hamle kılanda
Hamza vuruşlu/ Ezan okuyanda
Bilal çehreli
Namaza duranda, hilâl çehreli
 Ak donlu yiğit, Sahâbi meşrepli
 Saf kanlı mücahit...” 
Doğu Türkistan davası şairin hamiyetli mücadelesinin en meşakkatli sayfaları arasında yerini alır.‘Doğu Türkistan’ın Sesi’ dergisinin yayın editörlüğünü büyük bir zevkle üstlenir.
Türkçe, Arapça ve İngilizce olarak yayınlanan bu derginin amacı bir haklı davayı bütün dünyaya insaf çağrıları içerisinde çağırmaktır.. 
“Derler ki, güzellikte Eşsizdir Van şehrimiz. 
Buhara ‘İlm-i Hadis’ Kaşgar, ‘Divan’ şehrimiz’ 
Türklüğün mahşerini taşıyan medeniyetlerin beşiği olarak adlandırılan Ata Yurda bizleri mısralarıyla götüren şairimiz,
“Yer sofrasında sessiz bekleyiş..
  Kaşgar’dayız... Bir Ramazan vaktidir.
 Fergana düzüne çoktan indi gün...
 İdgâh câmiinde ezan vaktidir.

 Ezan’ın adı var sedâsı tutsak
 Allahuekber’in nidası tutsak..
 İbâdetler mevcut; edâsı tutsak...
 Kanımın içine sızan vaktidir.” 
İçimizdeki sızı mısralarda yankılandıkça öfkemiz büyür.. 
Bir dava ilmek ilmek örülerek yarınlara yürür..
 Gözler, mısraların derin büyüsü içerisinde tarihi dünü ve bugünüyle bizlere resmeder!.. 
Şairimiz şiiri öylesine güçlü, öylesine veciz bir üslupla tasvir ve tarif eder ki, 
“Şiir; dikenlikte laleye benzer
Ne fıkraya, ne makaleye benzer.
Şair; vatan içre kaleye benzer
AT uşaklığında görmez kârını
Korur milletinin itibârını.”
Evet!.. Destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şiire ve sanata getirdiği arifane bir tarifin ötesinde; kendi hayatıyla bütünüyle örtüşen bir teraziyi önümüze getiriyor; 
Milletin itibarı için mücadele etmek!
Ruh ve gönül zenginliğini bir ahenk çerçevesinde paylaşma kültürü!.. 
Böyle bir kültürün verdiği edeple, yakından tanıdığımız,
 Sofralarında misafir olduğumuz, ramazan ayının sıcaklığında birlikte iftar ederek,
 saf tuttuğumuz bir güzel insanı rahmetle anıyorum.. 
 

Yazarın Diğer Yazıları