Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Kırım Türk'ü ve Şakir Selim!

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Hazar’a, Hazar Şiir Akşamlarının o efsunkâr havasına niye meftunum! 
Nasıl olmayayım ki, bizleri kendi gönül coğrafyamızla tanış kıldı. 
Bizleri bir birledi, derledi, toparladı,  tarihi anılarımızla buluşturdu!
Türk’ün dolunay vaktinin yakın olduğu müjdesini verdi. 
Bu yazımızda rahmeti rahmana kavuşan Şakir Selim’den bahsedeceğim…
Yıllar önce; 12. Uluslararası Hazar Şiir akşamlarıydı. 20–25 Eylül tarihleriydi. 
Bir tasavvuf ehli, kurucu mecliste bulunan hiciv şairimiz Nüzhet Dede anısına yapılan şiir akşamlarına; Azerbaycan, Kırgızistan, Kosova’dan, Makedonya’dan, Bulgaristan’dan, Batı Trakya’dan, Kerkük’ten, Arnavutluk’tan ve Kırım’dan şairlerimiz gelmişlerdi.  
Evet, Kırım’dan, daha iki yaşındayken sürgüne giden; hayatı bir çile, dert yumağına dönen şair, Şakir Selim katılmışlardı! ‘Hak bir davanın mazlum kahramanı’ olmak ne demek? 
18 Mayıs 1944 yılları; 400 bir Kırım Türk’ünün anavatanlarından topyekûn sürgün ve soykırım tarihidir. 
10 Nisan 1942 yılında Kırım’ın Ak Şeyhi’n Büyük As köyünde doğan Şakir Selim’in hayatı ‘sürgün’ ve ‘hasret’ gibi iki kavramla bir yangın alevine dönecekti!  
Cemil Meriç ne diyorlar; "Bazen bir kuyuya benziyor hayat; kör, pis, zehirli bir kuyuya. Boğuluyorum, ölüme koşacak mecalim kalmıyor, kimseyi görmüyor gözüm. 
Sevdiklerim yabancılaşıyor. Kitaplar tuğla oluveriyor birden. 
Dostlarımın sesini tanımıyorum. Varlığım bir tele asılıyor. 
Bir kâbus bu, bir hastalık. Gözlerimi kaybettikten sonra bu kuyuya sık sık düştüm... 
İstediğini yapamamak, sakatlığımdan doğan bir aciz"  
18 Kasım 2008 günü Anavatanı, Akmescit’te 66 yaşına Hakk’a yürüyen Şakir Selim’in ‘sürgünle başlayan’ hayatı bir efsane dersem yeridir. Ne diyor bir dost kalem; “Dünyadan göç etme anında pişmanlık  duyulmayan bir ömür; zekice, dinamik ve verimli geçirilmiş bir hayat... Ne kadar büyük bir zafer!” Nefsine esir düşmeyen bu kahraman insan, Semerkant’ta Öğretmen Okulunda okudu! Sibirya’da askerliğini yaptı. Semerkant Üniversitesi’nde Filoloji Fakültesi Rusça bölümünden 1971 yılında mezun oldu. 
16–17 yaşlarından itibaren şiir yazmaya başladı. İlk şiirleri, 1963 yılında, ‘Lenin Bayrağı’ Gazetesi’nde yayınlandı. ‘Aqbardaq’ ‘Duygularım’ ‘Sevgi Alevi’ ‘Uyanuv’ ‘Yellerim Dinle’ ‘Tüşünce’ isimli şiir kitaplarıyla gönül dünyamıza girdi. Şakir Selim’in aldığı en anlamlı ödül, 1996 yılında Ankara’da ‘Kutlu Doğum Haftası’ münasebetiyle aldığı birincilik ödülüdür. Aynı yıl Türkiye Yazarlar Birliğinin düzenlediği, “Türkçe’nin 4.Uluslararası Şiir Şöleni”nde Arif Nihat Asya ödülünü kazanıyordu. 
Ülkesinde almış olduğu birçok ödüllerin yanı sıra, o bir ‘gazeteciydi’ Kırım Türk’ünün, ‘söz muallimiydi’ Bir dönem Tatar Milli Meclis üyeliği de yapan Şakir Selim, Kırım’da çıkmakta olan ‘Yıldız’ dergisinin Başyazarlığını ve Tatar Yazarlar Birliği Başkanlığını yapmışlar. Şairimiz ne diyorlar; “Yâdında mı doğduğun zamanlar?/ Sen ağlar idin gülerdi âlem/ Bir öyle ömür geçir ki olsun/ Mevtin sana hande, halka matem” 
Bizleri, biz Anadolu insanının; yüreğimizden kopan fırtınaların hiç dinmediği Kırım Türk’üyle, tatlı ılık köprüler kuran bir aksiyon insanıydı… Elâzığ’da, onunla bir araya geldiğimizde, ‘yüzlerindeki kırık çizgiler bir ömrü harmanlıyordu’  Şakir Selim’in şiirlerinde; ‘dert ilmek atıyordu’ nakışlarıyla! Sular, rahmet dersi verirdi akışlarıyla! Hayat bölük pörçük bakışlarıyla uzanıp gidiyordu!  
Kırım, Kerkük ve Kıbrıs; Anadolu’ya açılan en içli pencerelerdir. Bazen, öfkelerimizin yankılandığı ‘ses duvarları’ olmuşlardır! Kırım dendiğinde ilk akla gelen şüphesiz, ‘tarihin en insafsız, en merhametsiz sürgün yılları!’ O yılların verdiği derin kahır, azaptır!  
Kırım Türk’ünün kalemiyle, ‘dili ve gönlü’ olan Şakir Selim, ‘düşünce’ şiirinde bir milletin hayatını o kadar canlı ve veciz bir şekilde anlatıyorlar ki; 
“Nasıl günlerde kaldık arkadaşlar.
Bu uzun yollarda yorulduk arkadaşlar, 
Hemen hemen bitip yandık, arkadaşlar, 
Gözümüzün önünde çocuklar ölüyor, 
Dünya bize bakıp, bir gözüyle ağlıyor, bir gözüyle gülüyor,
Dünyaya nam veren bir millettik, 
Asırların içinden dirilip geldik, 
Vatana gözümüzü dikip kurbanlar verdik, 
Bizi gene bölüyorlar çivi ile 
Dünya bize bakıp, bir gözüyle ağlıyor, 
Bir gözüyle gülüyor.
Kalmadı aramızda birlik topluluğu, 
Bunun için ısıtmıyor Vatan güneşi, 
Bunun için yürümüyor, ey halkım, işin,
Bunun için bağrını hançerle dilimliyor, 
Dünya bize bakıp, bir gözüyle ağlıyor, bir gözüyle gülüyor.
Hepimiz kabardık, kabarmış hamur gibi, 
Karma karışık olmayalım bir parça çamur gibi, 
Kesilmeye başladık kurumuş kök gibi, 
Yaşıyoruz bunları bile bile, 
Dünya bize bakıp, bir gözüyle ağlıyor, bir gözüyle gülüyor.
Sanki düşman olduk birbirimize,
Hürmet yok ne ölü, ne dirimize, 
Ne oldu, kardeşler, ne oldu bize?
Gene sanki belâlar bastırıp geliyor, 
Dünya bize bakıp, bir gözüyle ağlıyor, bir gözüyle gülüyor,
Allah tarafından verilmiş bu güzel toprak 
Gözlerimiz gibi körleşmiş su kaynağı,
Ağaçlarımızda sararmış yaprak, /Biz gibi çekmekte feryat ve nâle,
Dünya bize bakıp, bir gözüyle ağlıyor, bir gözüyle gülüyor, 
Hey, felek, işine akıllar yetmez, 
Tatar'ın başında düşünce bitmez, 
Bir küçük arzum var, aklımdan gitmez: 
Ömürler bitiyor ve ömürler geliyor,” 
Demesinler:  "Dünya bunlara bakıp, bir gözüyle ağlıyor, bir gözüyle gülüyor." 

Şakir Selim’in ‘sürgünde’ hasretiyle kavrulduğu vatanı ve onun en nadide köşelerinden biri ‘Bahçesaray’ için Semerkant’ta 1988 tarihlerinde yazdığı şiir, ‘kırık bir kalbin türküsüdür’ 
“Yeşil yamaçlar arasında esen yelin dar sokaktı mahallelerde kimi arar? 
Niçin kuruyup kaldı "Sırlı Çeşmeler "in? Söyle bana Bahçesaray, Bahçesaray. 
"Çürük su "yun boylarında kök salmış selvilerin niçin büyümez, niçin kurur? 
Otuz iki ay yıldızın nerede batmış? Söyle bana Bahçesaray, Bahçesaray. 
Yirminci asırdan da merhametsiz bir asrı gördü mü acaba bu Hansaray? 
Tarihinde yıl oldu mu dert-zahmetsiz? Söyle bana Bahçesaray, Bahçesaray. 
Bühtanlardan kamburlaşmış bahtsız gibi alçak basık evler kimden imdat sorar? 
Kimler idi bu evlerin öz sahibi? Söyle bana Bahçesaray, Bahçesaray. 
Kimlerdi bu yamaçlarda koyun yayıp, "Topkaya’m gölgesinde kaval çalan? 
Allı pullu feslerine güller takıp, güğümü ile çeşmelerden su alan? 
Nerede şimdi o güzeller? Nerelerde ağarmış ve seyr-ekleşmiş saçım tarar? 
Sen onları hatırladın kaç kere? 
Söyle bana Bahçesaray, Bahçesaray. 
Rastladım bir güzele sokağında, "Merhaba..." dedi, kaşı gözü kara. 
Karadeniz dalgalandı ten, kanımda, İnan buna Bahçesaray, Bahçesaray. 
Affeyle, sana tanış olan dilde böyle sözü işitmedin nice zaman. 
Biz hepimiz ırak idik doğduğumuz ilden, hasretlikte öleyazdık hemen hemen! 
Öleyazdık derde derman bulamayıp hastalığı gizli olan biçare gibi. 
Sen de yoruldun hasretlikte yıllar sayıp çok yıpranan Bahçesaray, Bahçesaray. 
Bu güne de kaderime bin eyvallah! Geldim sana boranlara çarpa çarpa. 
Severim seni olsan bile ne halde, Bahçesaray, Bahçesaray, Bahçesaray!”
 

Yazarın Diğer Yazıları