“Sulh, huzur, güven, esenlik, hak, hukuk, adalet…”
Ne güzel, sımsıcak kavramlar değil mi?
Bu kavramlar bile sizlerin iç dünyanızı ferahlatıyor!
Bu kavramlarla birlikte, “bu iklime…”
O iklimin “manevi iksirine…” o kadar çok ihtiyacımız var ki?
Bir dörtlüğümüzde şöyle sesleniyoruz;
“Arafat’tan iner” gibi geldik mi?
Günahlardan, ‘döner gibi’ geldik mi?
Hakk’ı her dem ‘anar gibi’ geldik mi?
Dönmesin artık yolumuz hevaya!”
Bir diğer dörtlüğümüzde ise şöyle diyoruz;
“Haksızlığa hak ister,
Sızlayan vicdan hak ister
Işığıyla titrer mum,
Aydınlıktan hak ister!”
Necip Fazıl’ın şu güzel mısraları hafızama taşındı;
“Akıl, akıl olsaydı ismi gönül olurdu;
Gönül gönlü bulsaydı, bozkırlar gül olurdu…”
Ah, şu asrımız; asrımız insanının idealleri; ne gönül insanı olma
yolunda, ne de, “kâmil insan” özleminde değil! “gönülsüz, sevgisiz,
rağbetsiz, gayretsiz, hissiz…” bir hayat!
Sizleri, izahsız ve anlamsız; “kupkuru bir kavganın” ıstırap dolu
dönemecine getiriyor…
Görsel ve Yazılı Basında, “haberler…” İnsanınıza, “bir dokunsanız, bin
ah işiteceğiniz” kördüğümünde!
İlk haberler, “şiddetle” başlıyor. Şiddetin, akla ve hayale
gelemeyecek envanteri sanki sunuluyor!
Bir an, “sessiz çığlıklar…” duyar gibi oluyorum!
Akıl, “kördüğüm” Vicdanlar, “sızlıyor” sanırsınız. “Sosyal
Kirlenmişliğin” ifadesi, bütün bunlar.
Bizim en büyük eksikliğimiz nedir, diye düşünüyorum?
İslam’ın emrettiği, “Kardeşlik Hukuku…” Hz. Kur’an buyuruyor,
“Müslüman, Müslüman’ın Velisidir”
Bir duvarın örgüsündeki, “taşlar” misali. Allah’ın huzurunda,
“birlikte el bağlayan” saflar misali.
O şuur bizlere neyi öğretiyor; “birbirini bütünleyen” bir vücut
misalini öğretiyor.
Şimdi şöyle bir düşünelim?
Kendi vücudunuza; o vücudun, bir organına zarar vermeyi düşünür müsünüz?
Veya birbirine destek veren bir duvardan; “bir taşı…” çekmeyi düşünür müsünüz?
İlk akla gelen cevap, “hayır!” olacaktır. Zararın temel noktasında, “biz” varız.
Toplumu ihata eden/ kuşatan, “bütüncül…” bir anlayış vardır.
Hz. Kur’an, o anlayışı nasıl tanımlıyor; “Allah’ın ipine sarılınız,
bölünmeyiniz” buyuruyor.
“Kardeşlik Hukuku” konumunda ilk dersimiz, “Aile de” başlıyor!
Sonrasında, “Okul” ve bizleri kuşatan, “çevre” Olumlu veya Olumsuz
bütün etkenler, “kendi iç ve dış dünyamız”
İnancımız, “sorumluluk…” şuurundan bizleri haberdar ediyor?
“Herkes kendi sürüsünden sorumludur!”
“Ne ekerseniz, onu biçersiniz!”
Hayattan, onun realitelerinden kaçışınız mümkün değil!
“Her toplum layık olduğu idare ile hükmolunur?”
Muazzam bir çerçeve!
Burada, “katılımcı” şuur ve anlayışın tanımı diyebileceğimiz;
“STK’lardan” söz etmek istiyorum.
Türkiye’de, “Vakıf, Dernek, Oda, Sendika, Kooperatif vs.) Toplam, 150
bin Sivil Toplum Kuruluşu bulunuyor. Her, 780 kişiye bir STK düşüyor…
Halkımızın sadece, “yüzde 9,7’leri…” bu kuruluşlara üye durumunda!
Her kademede, toplumun her basamağında ilk akla gelen;
Bu coğrafyada, “kardeşlik hukukunu…” veya “haklarını…” geliştirmek!
Bu hukuku, “geliştirmek…” ne anlama geliyor?
“Kötülerle…” veya “kötülüklerle mücadele…” anlamına geliyor!
Acı bir ifade kullanmak istiyorum;
Günümüzde, “şiddet ve onun her nevisi…” toplumu kuşatır oldu!
Hâlbuki “akıl ve yürek…” kötülükleri, kıskacına alabilmeliydi!
Burada, “eksiğimiz…” nedir?
STK’lar, “gönül…” veya “ışık evleri…” rollerini üstlenemediler!
Kamil İnsanlar, Bilge İnsanlar, Aksaçlılar; bu ocaklardan uzak kaldılar!
Aklı başında, “projeler…” ve “programlar…” geliştirilemedi!
İnancımızın bizlerden istediği çerçevede;
“mücadeleci…” ve “müdahaleci bir ruha…” ihtiyacımız var.
O ruh, elbette ki, “fütüvvet diliyle…” yola çıkacak!
O diller, “gönül seferberliği…” hareketine işlerlik kazandıracak!