Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

'Elazığ'ın Asaleti!'

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

1999- 2001 yılları arasında Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti olarak birçok köklü faaliyetlere imza atmıştık. “Türkçe Konuşacaksak Türk’çe Konuşalım!” “Aile ve Medyanın Sorumluluğu!” “Bıçağı Bırak Kalemi Al!” “Gazeteciler Ödül Törenleri!” vesaire


Tabi ki, şehirle birlikte 8 ay gibi bir süreçte ( Kasım 2000- Haziran 2001) Elazığ 1. Ekonomi Kurultayı, çok farklı ve istisnai bir çalışma olmuştu. Aradan 20 yılı aşan bir zaman dilimi geçti. 
21 yıl önce, Yavuz Bülent Bakiler ’in Türkiye Gazetesi’nde yayınlanan, “Elazığ Asaleti” yazılarını tekrar sizlerle paylaşmak istiyorum. Azimle, iradeyle, kararlılıkla neler olmuyor ki… Günümüzde de, Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti Başta olmak üzere, ‘gönüllü kuruluşlarımız sahada olmalılar’ Hizmette öncelikle, ‘fedakârlık, ahde vefa, kararlılık…’ diyoruz. Selam ve muhabbetle.
***
Elazığ asaleti: Türkçe konuşacaksak Türkçe konuşalım
Nihal Atsız Bey, Devletimizin kuruluşunu 1040 yılında yapılan Dandanakan savaşına bağlamaktadır. Dandanakan bugün Türkmenistan sınırları içinde kalan ıssız bir ova. 23 Mayıs 1040 tarihinde Gaznelilerle Selçuklular arasında Dandanakan ovasında bir büyük savaş oldu. Çağrı Bey buyruğundaki 16.000 kişilik Türkmen ordusu, 100.000 kişilik Gazneli ordusunu mağlup etti. Böylece 1040 yılında Türkiye devleti kurulmuş oldu. 


1995 yılında Dandanakan ovasını gördüm. Bir yerine bağdaş kurup oturdum. Sonra uzanıp toprağı öptüm. O Dandanakan zaferinden sonra bir başka Selçuklu hükümdarı olan Sultan Alparslan’ın Türkmen orduları, 1064 yılında Kars’ın Ani bölgesinden Anadolu’ya girdi. 
Sultan Alparslan, bize, büyük Anadolu kapısını 1071 yılında açtı! Türkmenlerin Kınık boyu Malazgirt ovasında, Doğu Roma İmparatoru Romen Diyojen kuvvetlerini büyük bir hezimete uğrattı. Doğu Roma’nın Anatolia’sı, Anadolu oldu. Şunu söylemek istiyorum: Türkmen boyları, Anadolu topraklarına Doğu’dan girmeye başladılar. 


Türk dili, ilk defa Doğu Anadolu’da konuşuldu. Geleneklerimiz-göreneklerimiz, önce Doğu Anadolu’da yayılmaya başladı. O güzelim Türkülerimiz, önce Doğu Anadolu’da söylendi. Davulumuz-zurnamız önce Doğu Anadolu’da çalındı. O mükemmel oyunlarımız önce Doğu Anadolu’da oynandı. Ben, Türk Cumhuriyetlerine 9 defa gidip geldim. Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Özbekistan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da Nevruzun nasıl muhteşem, nasıl anlatılmaz duygularla, coşkunluklarla kutlandığına bizzat şahit oldum. 


Türk Cumhuriyetlerindeki o çok canlı Nevruzla ilgili olarak çeşitli televizyon programları hazırladım ve sundum. Nevruz şenlikleri, şimdi de en canlı bir şekilde Doğu Anadolu’da kutlanıyor. Niçin diyemezsiniz. Çünkü Türkmen boyları, Anadolu’ya önce Doğu’dan girdiler. Geleneklerimizi-göreneklerimizi, türkülerimizi-oyunlarımızı, şenliklerimizi-bayramlarımızı önce Doğu Anadolu’da yayıp yaşattılar. Selçuklu İmparatorluğu-Karakoyunlu Devleti-Akkoyunlu Devleti, Osmanlı İmparatorluğu... Bizim Doğudan itibaren kurduğumuz ve asırlarca yaşattığımız devletlerdir. Türkü, tamamen Türklere has olan, Türklerin çalıp söyledikleri ezgilerdir. Âşık Veysel diyor ki: Dünya dolsa sarkıyınan Türk’üz türkü çağırırız Yola gitmek korkuyunan Türk’üz türkü çağırırız Türk’üz! Türkler yoldaşımız Hesaba gelmez yaşımız Nerde olsa savaşımız Türk’üz türkü çağırırız Bayramlarda düğünlerde Toplantıda yığınlarda Sıkılınca dar günlerde Türk’üz türkü çağırırız. Subaşında, sulaklarda Türkün sesi kulaklarda Beşiklerde beleklerde Türk’üz türkü çağırırız. Veysel inler arı gibi Bülbüllerin zârı gibi Turna katarları gibi Türk’üz türkü çağırırız. 
Bütün türkülerimiz güzeldir, bütün bölgelerimizin, beldelerimizin, köylerimizin türküleri güzeldir. Ama Kars türküleri, Erzurum türküleri, Sivas türküleri, Urfa türküleri, Diyarbakır türküleri, Gaziantep türküleri, Malatya türküleri, Elazığ türküleri, Harput türküleri, Eğin türküleri bir başka güzeldir. Nerede Türk varsa, orada türkü de vardır. Nerede türkü söyleniyorsa bu, orada Türkün, Türklerin yaşadığına işarettir. Türkçe türkülerimizde yaşıyor! Hüznümüz, sevincimiz, sevdamız, ümidimiz... Türkülerimizde saklı. Türkçeyi yaşatmak ve yaymak biraz da türkülerimizle mümkün. En güzel, en sıcak, en kınalı türkülerimizin söylendiği bir ilimizde, Elâzığ’ımızda Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti, mübarek bir faaliyet başlattı: Türkçe konuşacaksak Türkçe konuşalım! inancıyla başını göğe yükseltti. Elazığlılara yakışan bir vakârla, asaletle, vatanseverlikle tavrını ortaya koydu: 


Türkçe konuşacaksak, Türkçe konuşalım! Batıdan kulağımıza bir ses çarpmıştı, kırılmış, yırtılmış, çiğnenmiş bir ses: Türkçe bilim dili olamaz! diyerek küçülen bir ses! Bu ezikliğe, Doğu’dan, Elâzığ’dan bir yiğit ses cevap verdi: Türkçe konuşacaksak Türkçe konuşalım! Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti Başkanı aziz dostum Bedrettin Keleştimur’a aşk olsun. Bedrettin Keleştimur diyor ki: Dil bir milletin hafızasıdır! Dil, kültürümüzün nesiller boyu taşıyıcısıdır. Dil, kimliğimizin boy aynasıdır. Dil, canlı bir varlıktır. Dil, suni bir şekilde katiyen değiştirilemez. Dilin tabii kanunları vardır. Türkçe konuşacaksak, Türkçe konuşalım.


Keleştimur devamla diyor ki: Bu hareketi Elâzığ’dan başlatmamızın sebebi açıktır. Harput İstanbul Türkçesini kullanan, zamanına göre ilim muhitinin ağırlıkta olduğu bir kültür coğrafyamızdır. Türkçe inceliğin nezaketin, sadeliğin, zarafetin, estetiğin ve bütün güzelliklerin öz cevherini taşır! 
Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti 8 yıldan beri hem Hazar Şiir ve Musiki Akşamlarını düzenliyor hem de Elâzığ’daki bütün öğretmenlerimizi, öğrencilerimizi, velilerimizi ve kamu kuruluşlarımızı bizim zevkimiz, şevkimiz ve duygu zenginliğimiz olan Türkçemizi en güzel bir şekilde kullanma yarışına davet ediyor. Bütün Elazığlılar ve Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyetini bu asil davranışlarından ötürü alkışlıyorum. Darısı bütün illerimizin başına diyorum. Türkçe konuşacaksak, Türkçe konuşalım! Çünkü: Türkçe, Türkün varlık sebebidir!

Yazarın Diğer Yazıları