Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

ALTI ASRIN SERÜVENİ!

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Batı dünyası, dillere destan olan Osmanlı tarihini birçok yönleriyle incelemişlerdir.

Osmanlı devlet sisteminden başta ABD olmak üzere birçok batı ülkesi faydalanmışlardır.

Tarih, bir milletin kimliğidir…

Aynaya düşen resmidir…

Çizgileri, renkleri ve desenleridir…

Bir millet, ‘kendi yürüyüşünü asla ve kata terletmemeli,’’

Çağdaş medeniyet yolculuğunda yerini mutlaka güçlendirecek politikalar üretmelidir. 

Hayat nasıl inişli çıkışlı ise;

Her yaşın kendisine has özellikleri bütün çarpıcılığı ile dışarıya yansıyorsa;

Milletlerin hayatı da öyle!

Osmanlı İmparatorluğu üzerinde çalışanlar;

 Muazzam bir tarihi dekorla karşı karşıya kalırlar, şüphesiz!

Tarihi bir sevdayla okumanızı arzu ederim.

Bir kıvılcımın nasıl gönüllerde büyük bir yangına sebep olduğunu;

Bir sesin giderek büyük bir çığlığa dönüştüğünü;

Pınarların, çayların, derelerin bir büyük nehir olacağını,

 Ve o nehrin ummana doğru akışını haşyetle göreceksiniz!.

Bursa Ulu Cami’nin önüne, Geyikli Baba’nın diktiği fidanın nasıl koca çınar olduğunu;

Şeyh Edebali makamında görülen rüyanın bir hakikat iksirine nasıl dönüştüğünü anlatmak…

İnsana heyecanın ötesinde manevi haz veriyor!

Domaniç; Hala soğuk suları ve yaylaklarıyla bilinir!.

O toprakların manevi cereyanı sizleri derhal kendisine cezp eder…

300 Çadırlık bir aşiret! Ertuğrul Gazi ve yarenleri…

Ufuk ve ufuk ötesinden bahsederler! Bir büyük davadan söz ederler!.

Şeyh Edebali’nin her tavrı gözleri büyüler…

O  gözlerde; asırları kendisine cezbeden hayat damarları vardır!.

Manevi dokusunda, kılcal damarlarında öylesine muhteşem bir akışkanlık söz konusudur ki,

İnsanlık tarihi; kendisini sürekli ihya eden, topraklarını imar eden devasa köklü ‘medeniyetle’ tanış olur

Onunla kaynaşır, onunla aynı tarihi, aynı kaderi yazmaya başlar!.

İnsanlık tarihinin şahit olduğu en uzun, en canlı, en kalıcı; 

İnsan merkezli adilane bir çark öylesine dönmeye başlar ki; tarihin en büyük eserleri verilir!

Sanatta, Edebiyatta, Musikide, Mimarlıkta, İlimde; zirvelere doğru adımlar atılır!

Aşiretten Devlete, Devletten İmparatorluğa doğru bir yükseliş,

 Ve sonrasında tıpkı İbn-i Haldun’un ifade ettikleri;

“Devletlerin hayatı da, insanların hayatı gibidir

Doğar, gelişir, büyür, ihtiyarlar ve sonrasında…”

Böylesine bir ihtişamlı tarihi dönemlerinin özelliklerine uygun olarak ele almalıyız…

Her dönemin kendisine has farklı yorumları olacaktır.

Kültür değişimleri bu yorumlarla daha iyi anlaşılır hale gelecektir.

Osmanlı İmparatorluğu derken;

1300–1453= Kuruluş Devri (1453 İstanbul’un Fethi)

1453–1579=Yükseliş Devri (1579 Sokullu’nun Ölümü)

1579–1683=Duraklama Devri (1683 Viyana bozgunu)

1683–1920=Gerileme, Parçalanma ve Yıkılma Devri…

  

Tarihçiler, 1683–1920 Tarihleri arasında ki devri kendi içerisinde;

 Farklı yorumlar içerisinde değerlendirerek; ayrı devirler olarak değerlendirirler;

1683–1792= Ricat (Çekilme) Devri (1792 Yaş Sulhu)

1792–1839=Islahat Devri (1839 Tanzimat’ın İlanı)

1839–1876=Tanzimat Devri (1876, 1. Meşrutiyet)

1879–1908=1. Meşrutiyet Devri (1908, 2. Meşrutiyet)

1908-1920= 11. Meşrutiyet Devri.

Bir uzun yolculuk!. Her asrın kendisine has kareleri mevcut!

Her karenin birbirleriyle ilintili ortak paydası; her halükarda insanlığa hizmet!.

Hakiki manada adalet, hakiki manada hürriyet, hakiki manada eşitlik!

Böylesine şerefli bir tarih yapmış ecdadımız..

İktisadi teşkilata şekil veren; ‘has, tımar ve zeamet..

Toprağı işleyen/ toprakla devlet arasında köprü kuran devasa bir sistem!.

Sanatkarlar arasında belki de en sağlıklı bir organizmayı kuran; Lonca Sistemi!.

Asrımızın meslek kuruluşlarına öncülük eden dönemine göre çağ açan adımlar olarak yorumlanıyor!

 

Osmanlı Sultanlarına bakıyoruz; Yavuz’un Süveyş Kanalını açma düşüncesi,

Kanuni’nin Hint Okyanusunda İspanyol ve Portekizlilerle mücadelesi;

Asyalı, Hintli Devletlere yardım yapılmak istenmesi;

Sokullu’nun Karadeniz’i Hazar Denizi ile birleştirme teşebbüsü…

Bütün bunlar büyük politikaların ortaya konduğu büyük projeler olarak tarihe geçer!.

Büyük Devletler, sürekli stratejik hedefler ve planlar oluştururlar…

Osmanlı İmparatorluğundan bahsederken, her dönemin kendisine has özellikleri olduğundan bahsettik. Onları da, kendi içerisinde belli yapılanmalarına göre şöyle tasnif etmek mümkündür;

1300–1400= Cumhuriyet

1400–1600=Merkeziyetçi Mutlakıyet

1600–1789=Despotluk

1789–1876=Münevver Mutlakıyet

1876–1920=Meşrutiyet

1920’den sonra; Demokrasi…

Osmanlı padişahları önce, ‘bey’ diye anılırdı.

1396 Niğbolu zaferinden sonra,“Sultanı İklimi Rum” olarak anıldılar

 1517 Tarihinden itibaren ‘Halifelik’ unvanını da almışlardır.

 

 Fatih Devrine kadar padişahlar, Divana iştirak ederlerdi!.

 Kanuni zamanında, Divanı kafes arkasından takip edildi

 17. yy’den  sonra Divanı da terk ettiler!.

Dikkat edilirse, her dönemin kan dokusunda farklılıklar derhal kendisini belli eder.

Bu farklılıklar, toplumun bütün kesimlerine de yansımaktadır.

Şurası bir gerçek ki, gün olmuş zirveye taşınan koca bir imparatorluk;

Bütün müesseseleriyle kendi içerisinden İlimde, sanatta, mimaride, edebiyatta yıldızlarını; 

Büyük devlet adamlarını çıkarmıştır.

Edirne, Bursa, İznik ve İstanbul ihtişamın hala canlı hatıralarıyla asrımızın cazibe merkezleri

Tarihte, bir milletin hafızası vardır.

İnsanlığa huzur ve mutluluk veren edebi hatıraları vardır.

Ders ve ibret şahikaları vardır. 

Yunus’tan Şeyh Galibe… Baki’den Nedim’e.. 

Dede Efendi’den  Itri’ye.. 

Ebusuut’tan, Ahmet Cevdet Paşa’ya

Halkalar birbirlerine öylesine ilintili olarak gelmiştir ki,

Her dönemin ayrı güzelliği,  her dönemin kendisine has tarihi yorumları…

Tarih şuuru, mensubiyet şuurudur…

O şuurda, ‘fütüvvet dili…’ okunur

Yazarın Diğer Yazıları