Dünyaya geldiğimiz andan itibaren varlığımızı ortaya koymak ve varlığımızın çevremizdekiler tarafından fark edilmesi ve önemsenmesi için birçok davranış sergiliyoruz. Bebekler ağlayarak çevresindekilere varlığını hatırlatıyor, ihtiyaçları olduğunu ve bu ihtiyaçlarının karşılanması gerektiğini söylüyor. Hem biyolojik hem duygusal ihtiyaçlarımızın karşılanması sonucu bu hayatta bir anlam bulmaya ve amaç oluşturmaya çalışıyoruz. Yani dünyaya geldiğimiz andan itibaren çevremizdekilerle bir etkileşim ve iletişim içindeyiz ve varlığımızı devam ettirmek için bu ilişkilere ihtiyacımız var.
İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyal bir varlık olarak da arkadaşlara ve dostlara ihtiyacı vardır. Yapılan araştırmalar bize dostu olanların daha mutlu olduğunu ve iyi ilişkilerin insanların psikolojisine olumlu katkı sağladığını göstermektedir.
Ne yazık ki her şeyi çok çabuk tükettiğimiz için bugün gelmiş olduğumuz noktada dostlukları da tükettik. Gerçek dostlar ve dostluklar kalmadı. Her şey çıkar, menfaat üzerine kuruluyor. Birine selam verirken bile kırk defa düşünülüyor. Selam verirsem acaba benden bir şey ister mi? Selam verirsem ileride bir işime yarar mı? Böyle olunca dost kalmadı, dostluklar da tükendi.
Kalabalıklar içerisinde yalnızlaşan insanın dostlukların tükendiği bu zamanda sesini, çığlıklarını teknoloji duydu. Çünkü evren hiçbir zaman boşluğu kabul etmez. Etrafında arkadaşı, dostu kalmayan insanın teknoloji sayesinde binlerce sözde “dostu” oldu. Anlayacağınız teknoloji sayesinde nur topu gibi sanal dostumuz hatta dostlarımız oldu.
Peki nedir bu sanal dostluk? Ne olduğu aslında ilk kelimesinde kendini belli ediyor; “SANAL”. Ne demek? Yani sahte olmak, yalan olmak, başka bir kişiliğe bürünmek demektir. Bu sanal âlemde herkes bin bir surata bürünüyor. Yalanların haddi var hesabı yok. Öyle ki bir süre sonra kişi söylediği yalanlara kendisi bile inanıyor. Bazıları bu sanal dostluklara kendini öyle kaptırıyor ki gece gündüz kendine göre o büyülü monitörün karşısından kalkmıyor, klavyesinde on parmakla sözde muhteşem cümleler yazıyor.
Oysaki bir zamanlar arkadaşlık, dostluk kardeşlik demekti, hatta kardeşten de öteydi. Böyle olsun diye de küçükken parmaklarından ya da ellerinden bir yeri ufak şekilde kanatıp, kanlarını birleştirip kan kardeşi olunurdu. İnşallah şimdi neyi tükettiğimizi, bitirdiğimizi daha iyi anlamışızdır. Yaşadığımız tükettim dünyasında bugün eğer etrafımızda, çevremizde bir iki tane dostumuz varsa inanın sahip olduğumuz en büyük lükslerden biri de bu dostlarımızdır.
Bu haftaki köşe yazıma kaleme almış olduğum; “Dostluklar Düşmüş Pazara” şiirim ile son verirken, dostlarınızın ve dostluklarınızın pazar tezgâhlarına düşmemesi dileklerimle sağlıcakla kalın.
Dostluklar Düşmüş Pazara
Yufka ekmeğin bölüşülüp;
Aynı tasa kaşık çalındığı,
Sırt sırta verip kavga ettiğimiz,
Dostlukların ölümsüz olduğu günler.
Geçmiş zamanda kalan,
Hoş bir anıdan ibaretmiş.
Her şeyin pazar tezgâhlarında alıcısı varmış.
Üç beş kuruşa alıp satmak,
Maharet sayılmış.
Kıymeti yok artık ahde vefanın.
Dostluklar bir kere düşmüş pazara.
İster beş kuruşa al, ister on kuruşa. (07.04.2024/Alparslan KILINÇ)