Bir insanı başkasından ayıran, onu farklı kılan özelliklere kişilik denilmektedir. Bu her insanın kendine mahsus özelliğidir , yani kişinin karakteristik yapısıdır. Kişilik özelikleri insanın çevresi ve toplum ile ilişkilerinde belirleyici rol oynamaktadır.
Kimi insanlar kişilik özelikleri nedeniyle çevresinde sevilip sayılırken, kimileri de tam aksine çevresindekiler tarafından bırakın saygı gösterilmeyi sevilmezler. Bu ikinci tip kişiler için genel olarak çevreden şu sözleri söylediklerini duyarız: “Burnundan kıl aldırmıyor. Burnu havada olmak.” Bu ve benzeri deyimleri duyduğumuzda inanın tanımadığımız ya da samimi olmadığımız kişiler dahi olsalar az çok o kişilerin kişilikleri, karakterleri hakkında fikir ediniriz.
Günümüzde bu tip insanlarda ego tavan yapmıştır. Havalarından yanlarına yaklaşılmaz. Sanki yüksek dağları kendileri yaratmışlar. Aslına bakarsanız kendilerinde değil bir alamet, hiçbir alamet de yoktur. Bunlarda kendini beğenmişlik ve kibir vardır.
Kur’an-ı Kerim’de, Karun, Firavun, Nemrut gibi kibirlerinden dolayı hakikatten uzaklaşmış insanların ibretli hikâyeleri anlatılmaktadır. Ve bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kibirlenip de insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.”(Lokman suresi, 18.ayet)
Peygamber Efendimiz de bir sözünde şöyle demiştir: “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan bir insan cennete giremez.”
O zaman nasıl bir insan olmak gerekir? Tevazu sahibi olmalı. Peki, bu tevazu nedir? Tevazu sözlüklerde; “Olumlu ve üstün niteliklerini ortaya koymaktan kaçınmak; alçak gönüllü olma. Gösterişsizlik, övünmeme olarak açıklanıyor.” Gurur ve kibirden arınmış bir hayatı benimsemektir. Yaratılmış her bir canlıya saygı, şefkat ve merhamet göstermek, kibar davranmaktır. Maalesef günümüzde insanlar bırakın üstün özelliklerini, sıradan, basit özelliklerini bile gözümüze sokuyorlar. Böyle olunca da ister istemez tevazu da neymiş diye iç geçirmiyor değiliz.
Peygamber Efendimizin hayatı, tevazu için en güzel örneği teşkil etmektedir. Bir gün bir adam Peygamber Efendimizin yanına geldi. Karşısında dururken titremeye başladı. Onun titrediğini gören Peygamber Efendimiz şöyle dedi: “Korkma rahat ol. Ben kral değilim. Ben ancak Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” dedi. Peygamber Efendimizdeki şu tevazuya bakar mısınız?
Sadi-i Şirâzi tevazu sahibi olmayı sanki şu sözleri ile özetlemiş: “Büyümek istersen küçülmelisin kendi gözünde. Yücelik damına tevazu merdiveniyle çıkılır. Meyveli ağacın dalı yere eğilir, akıllı insan da alçak gönüllü olur. Kendinden başkasını görmeyen, ne kendini ne de başkasını göremez.”
Kendini geliştiren olgun insanlar daima tevazu ve hoşgörü sahibidirler. O yüzden olgun başakların başı daima eğiktir.
Buraya kadar bir kişinin tevazu sahibi olmasının gerekliliğini ifade etmeye çalıştım. Ancak tevazu sahibi olmanın belli bir dozajının da olması gerektiğini düşünüyorum. Bundan kastım kesinlikle kibir falan değil. Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi dinimizde de kibre kesinlikle yer yok. Benim kastım bir konuda bilgi sahibi ya da o konunun uzmanı isek çok fazla tevazu gösterip hiçbir şeyden anlamayan, bir şey biliyormuş gibi ahkâm kesip ukalalık yapanlara meydanı bırakmamaktır. Belki de bu kast ettiğimi en iyi şekilde ünlü tarihçi ve düşünür İbn-i Haldun şu sözlerle ifade etmiş: “Fazla tevazunun sonu vasat insandan nasihat dinlemektir.” Şimdi söylemek istediğimin ne olduğunu daha iyi anlaşılmıştır. O yüzden tevazunun derecesini yerine göre iyi ayarlamalıyız. Yoksa iş bilmez insanlarla uğraşmak zorunda kalırız.
Her zaman alçak gönüllü, kibirden uzak ve tevazu sahibi insanlar olmamız dileğiyle sağlıcakla kalın.