Alparslan Kılınç

Nato-Türkiye İlişkileri

Alparslan Kılınç


    Rusya’nın Ukrayna saldırısından sonra Finlandiya ve İsveç Rusya tehdidinden dolayı NATO’ya girmek için başvuruda bulundular. NATO üyesi olan Devletimizin de Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurusuna haklı itirazları oldu. Biz de bu haftaki köşemizde NATO’nun yapısını, özelliklerini ve NATO ile Türkiye arasındaki ilişkileri ele alıp değerlendirmeye çalışacağız.
    NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) İkinci Dünya Savaşı sırasındaki ve 1945-1949 yıllan arasındaki gelişmelere bakıldığında, Kuzey Atlantik Antlaşması temelde iki amacı gerçekleştirmek için imzalanmıştı. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, dünya ve Avrupa güvenliğine karşı Sovyet tehdididir. Sovyetler Birliği savaş sonrasında Doğu Avrupa'yı kontrol altına alıp buralarda kukla hükümetler kurmakla kalmamış, Yunanistan' ı tehdit ederek ve Türkiye'den üs ve toprak taleplerinde de bulunarak etki alanını Balkanlara ve Akdeniz'e yaymayı amaçlamıştır.
    NATO'nun kuruluşunda etkili olan bir diğer konu ise "Almanya sorunu" dur. Bu sorun Almanya ve diğer Avrupa devletleri tarafından farklı tanımlanmıştır. Almanya sorunu 19. yüzyılın ortalarından beri Almanya tarafından Almanların tek bir devlet altında birleşmesi gibi tanımlansa da, diğer Avrupa devletleri açısından bu sorun, Alman askeri gücünün Avrupa'da istikrar ve güç dengesini bozma olasılığıdır.
    İkinci Dünya Savaşı'nın ardından ABD ve Sovyetler Birliği "süper güç" olarak doğmuş ve savaş sırasında ortaya çıkan politik çatışma belirginleşerek bu devletlerin önderliğini yaptığı bir yanda Batılı devletler ve diğer yanda Sosyalist devletlerden oluşan iki kutuplu bir dünya sistemi ortaya çıkmıştır.
    4 Nisan 1949'da ABD, Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, İngiltere, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Portekiz Washington’da bir araya gelerek bu yeni dünyadaki güvenlik ve askeri tehlikelere karşı Kuzey Atlantik Antlaşması'nı imzalamışlardır. Fakat bu antlaşmanın uluslararası bir örgüte dönüşmesi ve savunma konusunda bir ittifak stratejisinin belirlenmesi Kore Savaşı nedeniyle olmuştur.
    2 Nisan 1951 tarihinde Avrupa Müttefik Kuvvetleri Karargahı Fransa'da açılmasıyla Kuzey Atlantik Antlaşması, askeri-politik bir örgüt haline getirildi.
    Kore Savaşı göstermiştir ki, dünya ve Avrupa güvenliğine tehdit sadece politik değil aynı zamanda askeri niteliktedir. Bu nedenle müttefikler Kuzey Atlantik Antlaşması'nı Kuzey Atlantik Örgütü haline getirerek bu tehdide karşı daha düzenli bir mücadeleyi benimsemişler ve aynı zamanda "kitlesel karşılık" stratejisini kabul ederek örgüt araçlarında nükleer silahların önceliğini benimsemişlerdir. Sovyetler Birliği'nin yıkılması ve böylece iki kutuplu sistemin ortadan kalkması ve Avrupa güvenlik rejiminin değişmesiyle NATO hem amaç hem de araçlarında köklü değişikliklere gitmiştir. Sovyet tehdidinin bertaraf edilmesi amaç olarak yerini Rus gücünün kontrol altına alınmasına bırakmış ve terörizm, etnik çatışmalar, ülkelerdeki otorite boşluğu gibi konvansiyonel olmayan tehditlerin örgütü uğraştıracak temel sorunların kaynağı olacağı kabul edilmiştir. NATO, "Avrupa-Atlantik" bölgesinde politik istikrar ve güvenlikle ilgilenen bir örgüt konumuna gelmiş ve bu bölgedeki amaçlarına ulaşmak için genişlemeyi başlı başına bir amaç olarak benimsemiştir (Doğan, NATO’nun Örgütsel Değişimi, 1949-1999: Kuzey Atlantik İttifakından Avrupa-Atlantik-Güvenlik Örgütüne, S. 69-108).
    II. Dünya Savaşından sonra Rusya’nın hem Boğazlar, hem de Doğu Anadolu’daki toprak isteklerinde ısrarlı olması Türkiye’yi güvenlik konusunda endişelendiriyordu. Türkiye Rusya’nın baskısı karşısında ABD yardımına ihtiyaç duymuştur. Türk yetkililer NATO’nun kuruluş aşamasından itibaren Türkiye’nin NATO’ya alınması için çalışmalar yürütmüşlerdir. ABD’nin Truman Doktrini ve Marshall Planı doğrultusunda yaptığı yardımlar ABD ile yakın işbirliğini sağlamıştı ancak bu durum Rusya’nın oluşturduğu tehlikeyi tam olarak ortadan kaldırmamıştı. Ayrıca Türkiye savaş sürecinde izlediği savaş dışı kalma politikası sonucunda savaş sonrasında yalnız kalma korkusu içindeydi. Türkiye, Batı Avrupa, ABD ve yeni kurulan NATO gibi bir kuruluşun içinde yer alarak bu durumu ortadan kaldırmak istiyordu. Bunu başarırsa topraklarının savunulması sağlanacak ve ordusu modern bir yapıya kavuşacaktı.
    Rusya’nın 1950’de Çin ile Moskova’da bir antlaşma imzalaması üzerine ABD, Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya üyeliği için 15 Mayıs 1951 tarihinde NATO üyesi devletlere birer mektup yazmıştır. Böylece Türkiye’nin NATO üyeliği önündeki engeller kaldırılmıştır.
    16-20 Eylül 1951 tarihlerinde NATO Bakanlar Konseyi’nin Ottowa’da yaptığı toplantının sonunda Yunanistan ile Türkiye’nin NATO’ya üye olarak çağrılmalarına oy birliği ile karar verilmiştir.
Türkiye’nin NATO’ya katılımı 18 Şubat 1952 tarihinde TBMM’de görüşülüp kanunlaştırılmıştır. NATO’ya üyelik Sovyet tehlikesine bir set oluşturmuştur. ABD ise Türkiye’ye askeri ve ekonomik alanda gelişmesi için yardımlar yapmıştır. NATO üyeliğinin Türkiye’nin askeri ve ekonomik gelişmesine katkı sağlayıp sağlamadığı ise tartışma konusudur (Erkmen, Türkiye’nin NATO Üyeliği ve Üyeliğin TBMM’de Kabulü, S.1024-1049). Böylece Türkiye’nin NATO üyeliği serüveni tamamlanmıştır.
Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği için başvurusu için de şunları söyleyebiliriz. Bir ülkenin NATO’ya dâhil olabilmesi için üye ülkelerin tamamının onay vermesi gerekiyor. Yani şu an ki durumda Finlandiya ve İsveç’in üye olabilmeleri için Türkiye’nin onayına ihtiyaçları var. Anlaşılan yıllardır Türkiye düşmanı teröristleri barındıran Finlandiya ve İsveç bu aralar Ankara’ya çok gidip gelecekler.
 

Yorumlar 2
Yadem 24 Mayıs 2022 17:55

Bilgilendirici bir yazı.

Kemal 24 Mayıs 2022 12:59

Çok bilgilendirici bir yazı NATO konusunda bilgilendik kaleminize sağlık

Yazarın Diğer Yazıları