Hayatımızı tek kişilik yaşama gibi bir lüks içerisinde değiliz. Çünkü birey başakları ile sürekli etkileşim içerisindedir. Yani içinde yaşadığımız toplumla ve başka hayatlar ile yaşamımızı sürdürüyoruz. Dolayısıyla başkaları bizim hayatımızın ortağı ve bir parçası oluyor, aynı şekilde biz de başkalarının hayatının ortağı ve bir parçası oluyoruz. Hayat da zaten bu şekilde bir anlam kazanmıyor mu?
Televizyonun etkin bir şeklide hayatımıza girmeye başladığı dönemden itibaren başkalarının hayatlarını nasıl yaşadıklarına olan merakımız arttı. Çünkü bizim hayatımızın karşısında başkalarının hayatı duruyordu. Kendi mahremiyetimizi yaşamak için yaptığımız sağlam kapıların arkasında kurduğumuz hayatımızda bile; başkalarının hayatına olan merakımız devam etti. Ekranda bize gösterilen sözde o güzel yaşamları merak ediyorduk. Her geçen gün bu merakımız artıyordu.
Daha sonraları hayatımıza giren bilgisayar, internet ve akıllı telefon başkalarının yaşamını her yerde an be an görme ve öğrenme imkânını bize verdi. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Herkes o büyüleyici ekran karşısındakiler gibi giyinmeye, yemeye içmeye, gezmeye başladı. Hatta burnuna estetik yaptırmak isteyen kendi yüz şekline gider mi gitmez mi diye hiç düşünme zahmetine bile girmeden; “Burnum falanın burnu gibi olsun” diye bıçak altına yatmaya başladı.
Kendi hayatımızı önemsizleştirmeye başladığımızın farkında mıyız? Bunu bilerek yapsak kendimize ancak bu kadar kötülük yapabiliriz. Başkalarının hayatını kendi hayat merkezine koyarak onlara benzemeye çalışanlar bir süre sonra kendilerini, nakışı yanlış atılmış bir kazak gibi bir kenara iter. Kendisi ile bitip tükenmek bilmeyecek bir didişmenin içerisine girer. Ömrü boyunca başkalarının hayatları ile kendi hayatlarını kıyaslayanlar, kendisi ile bir iç savaş başlattıklarının farkındalar mı? Bu savaşın tek kaybedeni vardır. O da kendileridir.
İnsanlarda bedenini, kilosunu, boyunu yani kısacası kendini beğenmemenin en büyük sebebi sizce de başkalarına benzeme tutkuları değil midir? Bir başkasının üzerine yakışan kıyafetin bizim üzerimize olmaması ya da yakışmamasının sebebi farklı insanlar olmamızdır. Kendi balçığını yeniden şekillendirmeye çabalamak, yeniden yoğurmaya kalkışmak da neyin nesidir? Günümüzde her türlü imkânın olmasına rağmen insanın esnekliği ile ilgili yapılabilecekler sınırlıdır. Biz kendi varlığımızı unutup bir kenara itme gayretine girersek o zaman başkalarının varlığını putlaştırmış oluruz. Ortada biz diye de bir şey kalmaz.
Bir yapbozdaki parçalar birbiriyle uyum içerisinde olmak zorundadır. Eğer bir parça yanlış yere koyulmuşsa o yapboz tam sayılmaz. Yüzümüzü bir başkasının yüzüne benzetmeye, burnumuzu ise daha bir başkasının burnuna benzetmeye kalkıştığımızda parçaları yerine yanlış koyulmuş bir yapbozdan farkımız kalmaz. Başkalarından taşıyıp getirdiklerimiz ruhumuzu tahrip eder.
Başkalarının hayatlarına bakarak kendimize çeki düzen vermeye kalkarsak, başkalarının hayatlarının biçimsiz bir gölgesi haline dönüşürüz. Kendi bedenlerinde sürekli kusur arayanlar, kendini arızalı ve düzeltilmesi gereken olarak görenlerin yaptıkları kendini zencileştirme serüveninden başka bir şey değildir (Ali Ayçil, Ceviz Sandıkları ve Para Kasaları).
Hayatını kendi öz serüveni ile sürdürenlerden olmamız dileğiyle sağlıcakla kalın.