Yüzleşmekten korktuğumuz bir gerçeği, hamasi, sanal ve ideolojik söylemler ile örtmeye çalışsak da insan hakları, refah, hakça paylaşım ve düşünce özgürlüğü noktasındaki veriler, ilimizin, ülkemizin sosyo-ekonomik göstergeleri ve işleyen sosyoloji, bize "kral çıplak" diyor.
Bir il, bir ülke göç veriyor ise "problem yok" demek gerçeklikten kopmaktır. Bu yalın gerçeğin matematiksel ifadesi; "göç veren kaybetmiştir, göç alan kazanmıştır" ve bu ön kabulü hazmettiğimiz gün yeni bir başlangıç da yapabiliriz.
Hamaset, milliyetçi söylemler ve din vurgusunun, yeniçağın, özellikle genç kuşağında beklenen etkiyi göstermesi mümkün görünmüyor. Bu söylemler tarihin belli dönemlerinde etkili olabilmiş, toplumlar mobilize edilebilmiştir; fakat yenidünya da bu söylemlerin genel geçer kabul göreceğini beklemek çağı okuyamamak demektir.
Çünkü yenidünyayı, son birkaç asırdır geliştirdiği kültür ile oluşturan Batı düşüncesidir ve bu düşüncede statik (durağan) değerler yerine dinamik (hareketli) değerler çok daha etkindir. Farklılıklar zenginlik, düşünce ve ifade özgürlüğü alabildiğince serbesttir. Artık bireyler kendisinin farkındadır ve toplumun ideolojik değerleri içerisinde etkisiz bir eleman değil, daha edilgen, özgür düşünceyi tatmış, sıradanlıktan sıyrılmayı isteyen bir insan profili vardır karşımızda. Bu durumun doğru veya yanlışlığı ayrıca tartışılabilir.
Müslüman coğrafya, onu çevreleyen ve tüm diğer kültürleri de etkisi altına alan Batı kültüründen, düşünce sisteminden kendisini soyutlayamaz. Doğu veya Batı'ya ait olsun, birçok kültürel değer, küreselleşen dünyada artık insanlığın ortak malı haline gelmiştir. Müslüman coğrafyadaki halk fakirliğin kaderleri olmadığının farkındadır. Özgür dünyanın sunduğu refah ve özgürlükten faydalanmak istemektedir. Böylesine, çağı adeta kuşatan ve egemen hale gelen bir dünya görüşüne kayıtsız kalmak mümkün mü?
İtiraz eden arkadaşların son elli yıllık göç trafiğine bakmaları sanırım ne demek istediğimi de açıklayacaktır. İnsanlar daha rahat, özgür ve güvenli bir yaşamı Batı'da buluyor. Sadece konu bununla da bitmiyor; topluma belki de en faydalı olabilecek entelektüel kesim de düşünce özgürlüğünü Batı'da buluyor ve yoğun bir göç sebebiyle Doğu dünyası adeta "düşünce fakirliği" yaşıyor; ama bizde bol bol ideolog bulunur ve felaketimiz de bu ideolog kesiminin güçlü hale gelmesinden kaynaklanıyor.
Buradan, Batı dünya görüşü iyi ve doğru, diğer dünya görüşleri kötü ve yanlıştır anlamı çıkarılmasın. Sadece bir tespit yapmaya çalışıyorum ve kabul etsek de etmesek de ekonomi, teknoloji ve özgür düşünce onların elindedir. Yenidünyayı şekillendiren ve yeni jenerasyona hitap eden kültür de Batı kültürüdür. Fakat şuna da inanıyorum ki, bunun da elbet bir sonu olacak, alternatif dünya görüşleri çıkacaktır. Ama bu yeni alternatifler asla tarihte denenmiş sistemler olmayacaktır; çünkü mevcut kültürleri de aşacak, insanlara yeni ufuklar açacak potansiyele sahip sistemler ancak yaşama şansına sahip olabilir.
Müslüman zihin, öncelikle ideologlardan (ideoloji dayatan siyasetçi ve akademiyadan) kendisini kurtarabilmelidir. Problemleri teşhis edebilen, yeni şeyler söyleyen, sorgulayan, öneren entelektüel akla ve entelektüellere şiddetle ihtiyaç var; tatbiki entelektüel itibar görmeli, Don Kişot pozisyonuna düşürülmemelidir. Bugün Batı medeniyeti güçlü ve etkin ise idologlarının, siyasetçilerinin sayesinde değil entelektüellerin, aydınların sayesindedir.
Müslüman coğrafyanın, bilincini düşünsel boyutta zenginleştirecek olan entelektüeller, kendisini güvende hissedebildikleri iklimi buldukları anda, karşımızda yepyeni ufukların açılacağından eminim. Tabi toplumu gerçeklikten koparan, zihinsel fakirliğe mahkûm ederek kendi pozisyonlarını güçlendiren ideologlardan kurtulabilirsek...