Batı, tarihi süreç içerisinde filozofları, siyasetçileri ve diğer bileşenleri ile kendi içerisinde toplumsal barışı yakalama yönünde büyük adımlar attı ve AB gibi kendi açılarından muhteşem bir şemsiye yapılanma ile de bu barış ortamını sürdürülebilir hale getirdi.
Şu an için batı; kendi halkları açısından ve bir şekilde oraya giden çalışanlar, sığınmacılar, öğrenciler, mülteciler ve farklı kesimler için güvenilir bir liman vazifesi görüyor. Geliştirdikleri ahlaki normlar sayesinde de kendi halkları açısından ekonomik, siyasi ve temel insan hakları gibi verilerinin, dünyanın geri kalan ve özellikle Müslüman coğrafyadan daha iyi bir konumda olduğunu da kabul etmek gerekir.
Tüm bu ekonomik ve sosyal gelişimlerinin altında yatan gerçek de bana göre, temel insan haklarına ve düşünceye verdikleri önemden kaynaklandığıdır. Tabi ki bunu söylerken geçmişteki sömürgecilik döneminde doğunun tüm birikimlerini batıya taşıdıklarını ve bu zenginliğin altında Afrika ve Asyalı halkların kan ve gözyaşlarını da unutmamak lazımdır. Fakat tüm bu haksız birikimlerin de sürdürülebilir olması ve şu anda da her açıdan insanlığın göç merkezi haline gelmesi, dediğim gibi geliştirdikleri sosyal, ekonomik ve insanı merkeze alan bakış açılarının altında yatıyor.
Peki, Müslümanlar, Batı'nın yakaladığı sosyal, ekonomik ve insan merkezli oluşumları neden geliştiremiyorlar?
Müslüman coğrafyada dindarlık oranları, Batı dünyasına göre oldukça yüksektir. Bu nedenle dini, hayatın dışına itip yeni normlar getirmek neredeyse mümkün değildir, getirilebilse bile sürekliliğinin sağlanması da bir o kadar zordur ve oldukça ağır bedelleri vardır. Nitekim yakın tarih ve günümüz, bu gerçekliği tüm yalınlığı ile önümüze seriyor.
Durum böyle iken doğru bir sosyoloji üzerinden hareket etmek gerekiyor. İslam, bu coğrafyanın ortak müştereği ve dindarlık oranı da bu kadar yüksek iken bizler Batı'yı da geride bırakabilecek ahlaki normlar, ekonomik refah ve özgürlükleri gerçekleştiremez miyiz?
Elbette gerçekleştirilebilir; fakat bunun olabilmesi için öncelikle İslam'ın daha doğrusu dinin doğru ve pozitif bir bakış açısıyla anlamaya çalışmak Necd bölgesi, Basra, Şam, Kufe ve Bağdat gibi bölgelerin kendi tarihsel dönemlerindeki sosyal, ekonomik ve tarihsel şartlarında şekillenen hukukun; adeta tüm zamanlara ve tüm insanlığa uygulanabilir olması gibi bir yanlışlığın düzeltilmesi gerekir. Nihayetinde tüm bu üretilen fıkıh ve sosyal metinler, sonuçta birer kutsal metin değildir.
Öyle ise Müslüman coğrafyada; çağdaş hukukun geldiği nokta ve referansı yine kutsal metinler olan Kur'an ve Peygamberden alarak; yeni, uygulanabilir, daha çağdaş hukuki metinleri oluşturabilmeliyiz. Çünkü oluşturacağınız medeniyet havzasında insanlık âlemi (ki dini, dili, milliyeti ne olursa olsun fark etmeden) kendisini güvende hissedebilmelidir. Bu noktada İnsanların, Müslüman olsun veya olmasın canları (hayat hakkı), malları (mülkiyet), namusları (aile, nesebin korunması), dinleri (hangi din olursa olsun) ve akılları (dil, düşünce ve fikir özgürlüğü) güvence altında olması gerekir. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu hak ve özgürlükler, Yüce Yaratıcı’nın beyanı olan Kur’an’da ve elçisi olan Hz. Peygamber’in (sav) sözlerinde değiştirilemez şekilde yer almıştır. Buna rağmen Müslümanların hak ve özgürlükler noktasında Batı'dan geri kalması tam bir paradokstur.
Kendisini Müslüman olarak tanımlayan ve referansını İslam'dan alan kişi, toplum ve siyaset erbabının bu sayılanların ilahi kaynaklı zorunluluklar olduğunu bilmesi gerekir. Hiç bir Müslümanın, ne şart altın da olursa olsun, bu haklara tecavüz etmesi mümkün değildir. Hangi devlet olursa olsun, hangi hukuk sistemi uygulanırsa uygulansın, Allah'ın kesin koruma altına aldığı bu hak ve özgürlüklere müdahale edilemez ve bunlar için de hiç bir gerekçe üretilemez.
Bugün Müslüman coğrafyanın en büyük sıkıntısı; ilahi mesajı farkında olmadan es geçmeleri ve çağdaş ahlaki normları yakalayamamasıdır. Bu durumun en büyük sebebi de kendi hegemonyalarını yürütmek isteyen, halkı Müslüman ülkelerin ve halkların adeta kanını emen / sömüren ve gücü elinde bulunduran birilerinin ideolojiler ve sanal tartışmalar ile coğrafya insanını düşünemez/sorgulayamaz hale getirmesidir. Müslüman coğrafyadaki tüm çatışmalı alanlarda ve yaşanan kaoslarda masumların kanı dökülürken, insanlar en temel insan haklarından mahrum edilirken, birileri Karun gibi zenginleşiyor ise; bunun suçu din değil, din diye yutturulan ideolojilerdedir.