Gelinen süreçte bir konut sahibi olmak, normal gelirli bir aile için sadece bir hayal artık. Sebep ve sonuçları üzerinde ekonomistler ve ilgili kişiler çok farklı şeyler söylese de durumun vahameti değişmiyor.
İşin başka bir yönü de, kırsaldan kente doğru yaşanan baş döndürücü ve hiç de doğal olmayan göçlerin yaşanmasıdır. Bu göçlerin şehirlerde kümeleniş şekilleri ve yükselen binalar; toplum sosyolojisinin, tüm sosyo-ekonomik dengelerin, toplum sağlığının ve toplumsal psikoloji üzerindeki olumsuz etkilerinin araştırılmasını zorunlu kılıyor iken, işin sadece ekonomik yönüne odaklanılması kaotik bir geleceğin ayak sesleri olarak algılanmalıdır.
Unutmamamız gerekir ki bizler doğanın bir parçasıyız, insanlık ve doğa, tarihin hiç bir döneminde böylesine bir birinden ayrılmamıştı. Mekanik görünümümüzün ardındaki muhteşem doğallığımızı (biyolojimizi) görmezden gelmek, yaratıcımıza ve evrenin muazzam işleyişine de meydan okumaktır.
Son yüzyılda ve özellikle son on yıllar da Türkiye'deki kırsal nüfus adeta teşvik edilircesine şehirlere çekilmiştir ve bu bir politika olarak da sürdürülmektedir. Bununla nasıl bir toplumsal ve ekonomik sonuç hedefleniyor bilmiyorum; ama insanların doğadan böylesine yüksek oranlarda koparılması, şehirlerde apartman kültürünün, dünyanın tersi bir oran da korkunç bir şekilde artması ve insanları dört duvar arasında adeta hapis edilircesine yaşamaya özendirilmesinin mantığını, doğrusunu isterseniz anlamış değilim.
Birilerince zenginliğin, refahın göstergesi, birilerince de özgürlüğün anlamı bu apartmanlar, plazalar, gökdelenler ve bunlar ailelerin yaşam alanları. Aslında ruhu olmayan, insan-doğa ilişkisinin koptuğu, insanı; üretemez, düşünemez hale getiren ve dört duvarın sınırları içerisine hapsederek yok eden bir cehennem.
Bugün İngiltere'de halkın yüzde 79'u, Kıta Avrupa'sında yüzde 78’i, Amerika'da yüzde 88'i müstakil evlerde oturuyor. Bizde ise bu oranlar neredeyse tam tersi. Şimdi bu verilerin anormal olmadığını kim iddia edebilir?
Artık bu sarmaldan kurtulmanın yolları aranmalıdır. İnsanları hem de yüksek bedeller ile, bir ömür boyunca yapabilecekleri birikimleri de ellerinden alırcasına, yaşamın tüm nimetlerinden mahrum bırakan, kapitalist vampirlerin kucağına atan bu yüksek bedelli ve aslında sadece dört duvar hapishanesi olan apartmanlardan kurtarmanın zamanıdır.
Bir apartman dairesine, bir plaza dairesine ödenecek bedelin daha altındaki bir bedel ile arazi alıp müstakil dairelerimizi inşa edip, kendimizi ve çocuklarımızı yeniden doğa ile barışık, sağlıklı bir hayata başlatabiliriz. Siyaset kurumunun ve etkili/yetkili konumda olanların da bu konuda çalışmalar yapması için toplumsal baskıları arttırabilir, siyaset kurumunu adeta işgal eden müteahhit/konut sektörü sahibi kapitalist baronlarının da toplumu köleleştirmesine belki engel de olabiliriz.
Şu da unutulmamalıdır; tarihi süreç içerisinde görülecektir ki şehirlerin ve halkının bayındır olması, refah seviyesi ve normal seyrinde bir toplumsal sosyolojide seyretmesi; ancak, mutlu, üreten ve emeğinin karşılığını alabilen bir kırsal nüfusun varlığı ile mümkündür.