Adnan Üstün

Övündüğümüz Şeyler Pişmanlık Sebebi Olmasın...

Adnan Üstün

İnsanoğlu övünmeyi sever… Malıyla, makamıyla, çevresiyle, eş ve dostlarıyla ve benzeri  hususlarla övünmeyi, diğer insanlara karşı üstünlük taslamayı sever… Ve bir çok insan da, bugün övünenlerin yerinde olmak ister, bunun için adeta can atar. “Ne olurdu ben de onlar gibi olsaydım”, “malım, makamım, servet ve şöhretim onlarınki kadar olsaydı”   diye iç geçirir, hayıflanır, üzülür…

Oysa bizler, gözümüzün önünü ancak görebilmekteyiz. Bilgimiz sınırlı, tablonun bütününü göremiyoruz. Göremediğimiz için de yarın başımıza ne geleceğini ve nelerle karşılaşacağımızı bilemiyoruz. O zaman bize düşen; her şeyi görene ve bilene teslim olmak, O’nun bak dediği yerden eşyaya ve olaylara bakarak değerlendirmektir. Yoksa; bugün övündüğümüz şeyler, yarın dövündüğümüz şeyler olacaktır, bugün yerlerinde olmak istediğimiz kişilerin yanlarından bile geçmediğimize şükredeceğiz. Bugün bazılarının haram yollarla sahip oldukları malın, istismar ettikleri makamın, sahip oldukları  servet ve şöhretin, özetle dünyada baş tacı edilmelerine ve el üstünde tutulmalarına sebep olan şeylerin; yarın insanı yerin dibine geçiren ve  hesap günü  felakete, ateşe sürükleyen şeyler olduğunu göreceğiz.

Kur’an, bu konuda bizlere bir misal sunmaktadır. Diğer din mensuplarınca da bilinen, tarihçilerin ve kazı bilimcilerin  hazinesini bulmak için yoğun araştırmalar yaptığı bir kişiden bahsetmektedir. Firavunlar dönemi Mısır’ında yaşamış, Hazreti Musa ile akraba, fakat O’na karşı gelmiş ve haddi aşmış bir kişidir bu... Karun, sahip olduklarıyla sermayeyi temsil etmektedir. Ancak bu sermaye; tevazuya, paylaşmaya ve şükre götüren bir sermaye değildir. Aksine; azgınlığa, haddi aşmaya, gösterişe, gurur ve kibire sevk eden bir makam ve sermayedir.

Böyle bir makam ve sermaye insanın felaketi olur ve olmuştur da. İnsanı yüceltmez, alçaltır. Kısa vadede kâr gibi gözükse de, sonu zarar ve hüsrandır. Şöyle bir olay anlatılır: Birgün Hazreti Ömer, mescitte  adamın birinin şöyle dua ettiğini işitir; “Ya rabbi, servetten sana sığınırım, evlattan sana sığınırım, eşten sana sığınırım”. Bunları iştince ona çıkışarak; “Be adam ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin, ne diyorsun, evlatsız mı kalasın. Şu yalan dünyada eşsiz mi kalasın, ekmeğe muhtaç mı olasın. Böyle dua edilmez.” Adam; “ya ne diyeyim?” deyince; “Bunların belasından ve fitnesinden sana sığınırım.” şeklinde dua etmesini tavsiye etmiştir.
Evet, malın da, evladın da, makam ve servetin de belasından ve fitnesinden Allah’a sığınmak gerekir. Değilse kaybedenlerden oluruz Karun gibi… Kur’an şöyle anlatır bu ibretli hayat hikayesini: 

"Gerçekten Karun, Mûsâ'nın kavmindendi. Ama, onlara karşı azdı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları(nı taşımak), güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır geliyordu. Hani, kavmi ona ‘Şımarma; çünkü, Allah şımaranları sevmez. Allah'ın sana verdiği ile âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah sana nasıl iyilik ettiyse lütuf ve ikramda bulunduysa sen de öyle iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.’ demişti de, O, ‘Bu serveti sahip olduğum bilgi sayesinde elde ettim' diye cevap vermişti. Bilmiyor muydu ki Allah ondan önceki kuşaklardan, ondan daha güçlü ve daha çok servet biriktirmiş kimseleri helâk etmişti. Ama suçluluğu kesinleşmiş olanlara artık günahları sorulmaz!

Derken gösteriş ve debdebe içinde halkının karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, 'Ne olurdu, Karun'a verilen gibi bizim de olsaydı; doğrusu, bu, büyük bir hazdır' demişlerdi. Kendilerine ilim verilenler ise şöyle dediler: ‘Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlar için Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.’  Sonunda biz, onu ve sarayını yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı ona yardım edecek adamları olmadığı gibi, kendi kendini kurtarabilecek durumda da değildi.

Daha dün onun durumuna imrenenler-onun yerinde olmayı isteyenler; ‘Yazıklar olsun bize! Demek ki Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol, dilediğine de ölçülü veriyormuş. Allah bize lutufta bulunmuş olmasaydı, bizi de mutlaka yerin dibine geçirmişti.  Vay! Demek ki, kâfirler kurtuluşa ermeyecek' demeye başladılar" (Kasas Suresi, 28/76-82). 

Karun örneği; Allah’ın verdiği imkanı ve emaneti, kendi mülkiyeti zannedip, servetle-dünyalıklarla şımarmanın ve sonunda yere batmanın, kaybetmenin bir örneğidir.
Peygamber Efendimiz, sahabeden Ebu Ubeyde’yi vergi gelirlerini toplamak üzere Bahreyn’e gönderir. Ebû Ubeyde¸ topladığı mallar ile Bahreyn'den döner. Medineli müslümanlar, Ebû Ubeyde'nin geldiğini duyar ve sabah namazını Rasûlullah ile kılmak üzere mescide gelirler. Rasûlullah namazı kılıp gitmeye kalkınca Ensâr önüne durur. Allah Rasûlü¸ onları bu vaziyette görünce gülümser ve şöyle buyurur: “Ebû Ubeyde'nin Bahreyn'den malla geldiğini duyduğunuzu zannediyorum?” Onlar da¸ “Evet¸ Yâ Rasûlallah.” diye cevap verirler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümit ediniz. Allah'a yemin ederim ki¸ sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben¸ sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden¸ onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden¸ dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.”  (Buhârî¸ 3158¸ 4015; Müslim¸ 2961.)
Dünyanın önümüze serilmesinden korkalım. Olmayanın imtihanı bir ise, sahip olanın imtihanı bindir… “Aklı başında olan insan; dünya işlerinden kazandığına sevinmez, kaybettiğine  üzülmez. Bu dünyada bir yolcu olduğunu da unutmaz.” O, her haliyle Allah’a şükür ve kulluk üzeredir. Asıl hayatın ahiret hayatı, asıl kazancın ahiret kazancı, asıl makamın da cennetteki makam olduğunu bilir ve ona göre çalışır. Böylece dünya ve dünyalıkların kendisini mahvetmesine, ebedi hayatını kaybettirmesine fırsat vermez…

Allah bizleri; bu dünyada verdiği nimetlerle kendisine şükreden, gurur ve kibirden uzak, paylaşmayı bilen, her nimetin Allah’tan olduğunu ve bir imtihan olduğunu düşünerek hayat sınavını kazananlardan eylesin…
 

Yazarın Diğer Yazıları