Adnan Üstün

Kendinizi Ucuza Satmayın

Adnan Üstün

İnsanoğlu bu dünyada neler alır, neler satar… Kimi ticaretinden kâr, kiminden zarar eder. Hele bazı şeyler satar ki sonu mutlak zarar ve hüsrandır. Eline geçecek üç kuruşluk dünya menfaati, elde edeceği makam, servet ve şöhret için nelerini satmaz ki insanoğlu? Belki istediklerini elde eder. Ancak karşılığında ya haysiyetinden vazgeçmiş, kişiliğini ayaklar altına almış veya namusunu ve mukaddes değerlerini  rüşvet verip, peşkeş çekerek istediklerini elde etmiştir… Buna kazançlı bir iş, kârlı bir ticaret denilebilir mi? Ahiretini, cennetini kaybettikten sonra; bir gün bitecek ve terk edilecek, fakat üzerinde günahını ve sorumluluğunu bırakarak gidecek şeyler istenir mi, onlara gönül bağlanır mı?

Kur’an bize, çok kârlı ve sonucunda asla zarar olmayan bir alışverişi teklif etmektedir: “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır…” (Tevbe Suresi 111. Ayet). Yani, nefis ve malını cennet karşılığında Allah’a satmak… İlk nesil Müslümanlar, sahabiler bunu yapmışlardı. Peygamberimiz Medine’ye hicret etmeden önce, oradan gelen 70 kişi, Akabe mevkiinde gizlice buluşmuşlar ve Peygamber Efendimize biat edip söz verdiklerinde; Abdullah bin Revâha (ra): “Yâ Rasûlallah! Rabbin için de, kendin için de dilediğin şartı koş!” demesi üzerine, buyurdular ki: 
“Rabbim için, sadece O’na ibâdet edip, aslâ ortak koşmamanızı, kendi hakkımdaki ise, kendinizi ve mallarınızı neye karşı nasıl müdâfaa ediyorsanız, beni de öylece müdâfaa etmenizi şart koşuyorum.” Sahabiler tekrar sordular: “Bunları yaparsak bize ne vardır?” Peygamberimiz (sav): “Cennet vardır!” buyurdular. Ashâb-ı Kirâm da: “Ne kârlı bir ticâret! Biz bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!” demeleri üzerine, bu âyet indirilmiştir. (Kurtubî, c. 4/8, 267)

Yine bir defasında bu ayeti okurken bir bedevi “bu kimin sözü?” diye sormuş, Peygamber Efendimiz de: “Allah’ın sözü” deyince, o kişi “Vallahi bu çok kârlı bir alışveriş, biz bunu ne bozarız ve ne de bozulmasını isteriz.” diyerek gidecek ve sonunda şehadet şerbetini içecektir.

Ehl-i Beyt imamlarından Cafer-i Sadık hazretleri de şöyle derdi: “Bedenlerinizin cennetten başka  fiyatı yoktur, onları ondan başkasına satmayınız.” Evet, şu dünya hayatında kendisini cennetten ve Allah’ın rızasından başkasına satan ucuza gider… Kendinizi ucuza satmayınız… Sahabiler bu hakikate inanmış ve bu uğurda canlarını dahi vermekten çekinmemiş, fakat kendilerini fani dünyanın menfaati için ucuza satmamışlardır…

Sa’d b. Ebi Vakkas r.a. şöyle anlatıyor: Uhud Savaşı’nın başlamasından hemen önce Abdullah bin Cahş yanıma gelerek bana şöyle dedi:
-Gel, bir köşeye gidelim de Allah’a dua edelim. Sen benim duama “âmin” de, ben de senin duana “âmin” diyeyim.
Ben “Olur.” deyince bir kayanın ardına gittik. Sonra ben dua etmeye başladım:
- “Allah’ım! Savaş sırasında karşıma güçlü kuvvetli bir düşman çıkar. Ben onu öldüreyim ve üzerindeki kıymetli eşyaları ganimet olarak alayım.” Ben duamı bitirince Abdullah “Âmin” dedi ve kendi duasına başladı:
-“Ya Rabbi!  Savaş meydanında karşıma güçlü, kuvvetli bir düşman çıkar. Ben onunla çarpışayım. O beni öldürsün. (Bununla yetinmesin) burnumu ve kulaklarımı kessin. (Bu halimle huzuruna varayım), Sen bana: ‘Kulum Abdullah, (sana verdiğim uzuvlarını ne yaptın) burnun ve kulakların nerede,  burnun ve kulakların neden kesildi?’ dediğinde, ben ‘Senin ve Rasûlünün rızası için kesildi.’ diyeyim.” Abdullah’ın duası bittiğinde bu duaya amin demek içimden gelmedi, ancak söz verdiğim için “Âmin” demek zorunda kaldım.”

Nihayet savaş başladı. İki taraf kıyasıya savaşıyor, tam bir can pazarı yaşanıyordu. Abdullah, düşman saflarının ortasına dalmış cihad ediyor, ölüme meydan okuyordu… Uhud Savaşı Müslümanlar için oldukça sıkıntılı geçti. Bir ara tamamen dağılan İslâm ordusu, ölmeyi yaşamaya tercih etmiş mücahidler sayesinde toparlanarak müşriklere kesin bir zafer kazanma fırsatı vermedi. Düşman savaş meydanını terk ettiğinde Sa’d b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Cahş’ın paramparça edilen vücudu ile karşılaştı. Abdullah, şehid edilmiş, burnu ve kulakları kesilmişti…

Etrafa baktığında bir ağacın dalına asılan ipin ucundaki burnu ve kulakları gördü. Müşrikler, Abdullah’ın vücudunu, parmaklarını, burnunu ve kulaklarını doğrayarak intikam almışlardı. Abdullah’ın duası kabul olmuş, Allah yolunda şehid olmuştu. (Vâkıdî,Meğâzî,I, 291; Zehebî,A’lâmu’n-nübelâ, I, 112; İbn Abdülber, el-İstî’âb, III, 878; Nevevî, Tehzîbu’l-esmâ, I, 263.) Sa’d bu hadiseyi anlatırken şöyle diyordu: “Abdullah’ın duası, benim duamdan daha hayırlıydı.” 

Onlar kendilerini ucuza satmadılar. Bir fiyat ki, Allah teklif etti ve  cenneti vadetti.  Onlar bu vaade inandılar ve hayatlarını imanlarına şahit tutarak yaşadılar. Bugün bizlere düşen görev de; bu dünyaya ahiretimizi kazanmak için geldiğimizi ve imtihanda olduğumuzu unutmadan yaşamaktır. Şimdi nefis ve malımızı Allah’a satmaya bakacağız. Yani O’nun uğrunda ve yolunda yaşamaya çalışacağız. Şu dünyanın ne küçük, ne de büyük menfaatleri önünde eğilmeyeceğiz. Nefis ve hevesin, servet ve şehvetin, makam ve mevkiin kulu olmadan Rabbimize kavuşmanın özlemiyle yaşayacağız… Çünkü Allah’a kul olmak, öyle bir şereftir ki, hiçbir şeyle değişilmez.
Ne mutlu, nefis ve malını Allah’a satanlara… Allah’a kul olanlara…

Rabbimiz! Bizleri sana kul, Rasulüne ümmet olanlardan eyle…
 

Yazarın Diğer Yazıları