Adnan Üstün

Karada Gemi Yapmak-Ömürlük Bir Mücadele -1

Adnan Üstün

Siz hiç yalanlandınız mı? Size yalancı denildi mi? Şaşırmış, sapkın dediler mi size? Delilikle itham ettiler mi sizi? Taşlanmakla tehdit edildiniz mi? Sizinle alay ettiler mi bütün bir toplumun içinde? Çocukken değil, yetişkin ve kemale ermişken. Toplumda bir saygınlığınız var iken. Bütün bunların hepsini ve daha fazlasını bir peygambere yaptılar. Üstelik yaşadığı toplumun ıslahı-iyiliği için çalışırken, didinirken bunları yaptılar. Fakat O, asla davasından ve inancından vazgeçmedi. İnsanlardan hiçbir karşılık da beklemedi. 950 yıl halkının içinde kaldı ve onları İslama davet etti. Bu büyük peygamber Hazreti Nuh Aleyhisselamdan başkası değildi, salat ve selam O’na olsun…

Hazreti Adem’den (a.s.) sonra, insanlar Hz. Nûh’a kadar islam üzere-tevhid inancıyla yaşamış, putperestlik ilk defa Hazreti Nûh’un (a.s.) kavmiyle ortaya çıkmıştır. İnsanlar, kendilerinden önce yaşayan salih kimselerin hatırasını yaşatmak adına, onların anısına heykeller dikmiş, onlardan sonra gelenler ise bu heykellere saygı ve hürmet göstermeye, zamanla da dua ve kulluk etmeye, onları kendileri ile Allah arasında aracı görmeye başlamışlardı. Putperestlik böylece ortaya çıkmıştı.
İnsanı yaratan ve sahipsiz bırakmayan Allah, onların yanlışa sapmamaları ve uyarılmaları için, kendi içlerinden,  tanıdıkları, dürüstlüğüne ve ahlakına şahit oldukları bir kimseyi Hazreti Nuh’u onlara peygamber olarak göndermişti.

Nuh Aleyhisselam onlara: "...Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum.", "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına kulluk etmeyin! Doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum.”, “…bana itaat edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz. Keşke bilseniz!" diyordu (A'raf, 7/59; Hûd, 11/25, 26; Nûh, 71/3-4).

Hazreti Nuh’un bu daveti ve uyarıları karşısında, her dönemde olduğu gibi, düzenlerinin bozulmasını istemeyen, insanları sömüren ve yönlendiren, hayat tarzlarını belirleyen, mutlu ve kibirli azınlık rahatsızlık duymuş, davetinin ilk yıllarında onu alaya almışlar, sapıklık ve delilikle itham etmişlerdi. Hazreti Nûh (a.s) onları, Allah'tan başkasına kulluk etmemeye çağırdığında; Kavminin ileri gelenleri: "Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler. 

Kendileri sapmış ve yoldan çıkmış olanların, hakikat ve doğru yol üzerinde olanlara sapık demeleri ne acıydı… Nûh Aleyhisselam ise; "Ey halkım! Bende bir sapıklık yoktur; Size rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah’tan (gelen vahiy ile) biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak için aranızdan biri vasıtasıyla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?" dedi. (A'raf, 7/61-63).
O şaşkın ve haktan sapmış toplum, birçok bahaneler ileri sürüyor; kendilerine melek bir peygamber gelmesini beklediklerini, toplumun elit ve zengin kesiminin değil, gençlerin ve refah düzeyi düşük olanların olduğu bir grupta yer almak istemediklerini ifade ediyor, böylece her devirde olduğu gibi toplumu yönlendiren “elit kesime özel bir din” istiyorlardı. Nuh Aleyhisselam ise onlara şöyle cevap veriyordu: “Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım." (Şuara Suresi, 26/ 114-115). 

Hazreti Nuh, onların iyiliği için bıkmadan, usanmadan uyarılarına devam ediyordu. Onlar ise; Dediler ki: “Sen ister öğüt ver, ister verme, bize göre birdir.” sonuç değişmeyecek (26/136). Hazreti Nuh davetinde ısrar edince de tehditlerle karşılaşacaktı: "Ey Nûh! Eğer bu dediğinden vazgeçmezsen, mutlaka taşlananlardan olacaksın." dediler." (Şuara, 26/116).

Nuh Aleyhisselam 950 yıllık mücadelesinde artık bittim noktasına gelmişti, yanık bir gönül ile dediki: “Allah’ım beni yalanladılar, benimle onların arasını ayır, beni ve beraberimde inananları da kurtar” (26/117-118). "Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece gündüz davet ettim. Fakat benim çağırmam, sadece benden kaçışlarını  artırdı. Doğrusu ben senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler.”(71/5-7)

Ve devamla; "Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı ile çocuğu kendisine hüsrandan başka bir şey arttırmayan kimselere uydular. Birbirinden büyük hilelere başvurdular. Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını artır. "Rabbim! Yeryüzünde o kafirlerden hiç kimseyi bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler." (Nûh Suresi, 71/21,22,24, 26-27). O kavmin artık inanmayacakları ve zulümlerinden vazgeçmeyecekleri ortaya çıkmıştı.

Bu dua ve yakarışların neticesinde Allahu Teala’nın yardım ve inayeti gelmeye başlayacak, Rabbimiz Hazreti Nuh’a seslenecekti: “Halkından daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse iman etmeyecek. O hâlde, onların yaptıkları şeylerden dolayı üzülme. Gözetimimiz altında ve vahyimiz (emrimiz)  uyarınca gemiyi yap ve zalimler hakkında bana (bir şey)  söyleme (onlara acıyıp da bağışlanmalarını isteme)! Onlar mutlaka boğulacaklardır! (Hud Suresi 36-37)

Eğer biz, bitme ve tükenme noktasına gelinceye kadar üzerimize düşen görevi layıkıyla yapmaya çalışırsak, bittiğimiz ve tükendiğimiz noktada Allah’ın yardımı yetecek ve yetişecektir. 

950 yıllık mücadeleyi birkaç satıra özet de olsa sığdırmak mümkün değildir. Yarın devam etmek üzere yazımızı burada noktalıyoruz. Görüşmek üzere Allah’a emanet olun.

Yarın: “Azgınlık- Tuğyan Olan Yerde Tufan Olur”
 

Yazarın Diğer Yazıları