Adnan Üstün

İnsan Kendini Yeterli Görünce Azar…

Adnan Üstün

Daha dün gibiydi… Komşularımız vardı, çat kapı selam verip evlerine girdiğimiz… Televizyonun dahi çoğu kimsede olmadığı, olsa da hayatımızı istila etmediği o günlerin uzun kış gecelerinde anne ve babalarımız ellerimizden tutar, akşam ev gezmelerine çıkardık. Öyle haberli de değil… Çalardık bir komşunun veya akrabanın kapısını… Evde kimse yoksa kapı açılmazsa sorun değildi, dert edinmez, biz çocuklar da gitmemek için nazlanmaz, ailece hemen bir başka eş ve dosttun evine yönelirdik… 

Nihayetinde oturacak, muhabbet edecek bir evin ışığının yandığını görünce kapısını çalar, selam verir ve içeri girerdik. Ev sahipleri de memnuniyetle karşılar, adeta gözlerinin içleri gülerdi. Öyle, nereden çıktı ki bunlar  edası hiç olmazdı. Evinde ikram edilecek ne varsa hemen çayın yanında servis eder, kimse de az veya çoğa bakmazdı. Genelde tek odada soba yanardı… Evler, odalar küçük ama gönüller genişti… Erkekler odanın bir tarafında, hanımlar diğer yanındaki sedir ve divanlara oturur, çocuklar ise genelde yerde oturur aralarında oynar, bazende konuşulanlara kulak kabartırlardı…

Çok şeyler konuşulurdu bu oturmalarda… Evden, işten, geçmişten, dinden, siyasetten ve birçok konudan bahsedilirdi. Aynı oda ve ortamda olduğu için ister istemez çocuklar, kendilerine özel olarak anlatılmasa da konuşulanları işitirdi. Böylece farkında olmadan çok şey öğrenir ve bilirdi bugünkü yaşıtlarına göre. Adap ve edebi öğrenirdi, neyin iyi ve makbul olduğunu, neyin kötü ve hoş karşılanmadığını anlardı küçük yaştan itibaren. Hatta memleket meselelerini dahi öğrenir, politize olmadan siyaset dahi yapar, çözüm önerileri dahi sunardı küçük yaşına bakmadan… Bizim kuşak ve öncesi böyleydi. Belki bugüne göre birçok nimetten mahrumduk, fakat gönüller zengin, yüzler mütebessimdi…

Gün geldi, devran değişti ve nimetler bollaştı… Artık evlerimizin oda sayıları artmış, çocuklarımızın ayrı odaları olmuş, sobalar olmasa da petekler her odayı ısıtmıştı… Fakat geniş ve bol odalı evlerde yalnızlaşmış, her tarafı ısınan evlerde yüreklerimiz üşümeye başlamıştı… Eskisi gibi misafirlerimiz de olmamış, bırakın komşu veya herhangi bir tanıdığı, en yakın akrabalar, kardeşler dahi birbirinin kapısını çalmaz olmuştu. Peki ne değişmişti? Halbuki tam tersi olmalıydı…

Değişen şu idi: Nimet ve imkanların artmasıyla, birbirimize olan ihtiyacımız azalmıştı… Nimet ve imkanlar bizi daha da yakın kılması gerekirken, bizi uzaklaştırmıştı… Kendimizi kendimize yeter gördükçe eş ve dostu sormaz, birbirimizi aramaz olduk… Çünkü artık kendimize yeter olmuş, başkalarına pek de ihtiyacımız kalmamıştı…
Kur’an, insanın bu tavrından da bahsetmektedir. İnsanın bencilleşmesinin ve dahi azgınlaşmasının-yoldan çıkmasının bir sebebi de kendisini yeterli görmesi ve başkalarına ihtiyacı olmadığını zannetmesiydi… Alak Suresinin 6 ve 7 nci ayetlerinde şöyle buyrulur: “Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar.” Toplumda saygı ve sevginin azalmasının, bencilliğin artmasının, hak ve hukukun çiğnenmesinin, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin zayıflamasının, insanların menfaati olmasa birbirini arayıp sormamasının, tebessümü ve bir selamı dahi esirgemesinin temelinde hep bu vardır… 

Verilen nimetler sebebiyle Rabbini anmayı, Allah’ı hatırına getirmeyi unutan bir insan, nelere sırtını dönmez ki… Nasıl azmaz ve azgınlaşmaz ki? Furkan Suresinin 18 inci ayetinde bu dünyada kazanır görünüp de ahirette kaybettikleri ortaya çıkanların dilinden bu kaybın sebebi şöyle dile getirilmektedir: “ … Sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda seni anmayı unuttular ve helâke giden bir toplum oldular”.

Demek ki; nimetin artması ve insanoğlunun kendisini müstağni, yani hiçkimseye ve Allah’a bile ihtiyacı yokmuş gibi görüp davranması, hem insanı hem de toplumu felakete götüren bir konudur… Peygamber Efendimiz bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır: ““Dünya tatlı, manzarası çekicidir. Allah sizi öncekilerin yerine getirecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır...” (Müslim, Zikir 99; Tirmizî, Fiten 26; İbni Mâce,Fiten 19). 

Bizden öncekilerin yerinde olan bugün bizleriz. Onların imtihanı bitti, bizimki devam ediyor... Rabbimiz dünya imtihanımızı kazanmayı, alnımızın akıyla bu işten sıyrılmayı nasib etsin. Dünya ve dünyalıkların bizi ayartmasına, kendimizi kaybetmememize fırsat vermesin. Bir ömür, Allah’a borçlu ve muhtaç olduğumuz duygusuyla yaşamayı nasib etsin… Zaten öyle değil mi? Muhtaç olan biziz, Allah değil…

“Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak O'dur.” (Fatır Suresi 15 inci Ayet)
 

Yazarın Diğer Yazıları