Ahmet KIZILKAYA

TÜRKİYE'DE SEVGİ VAR, SAYGI YOK

Ahmet KIZILKAYA

Bundan yıllar önce ülkemizi ziyaret eden bir Japon turistin ağzından dinlemiştim. Türk insanının misafirperverliğine hayran kaldığını, ancak günlük hayatın içerisinde gördüğü birtakım davranış biçimlerinin de kendisini hayli şaşırttığını söylemişti.

Bir Türk’ün evine konuk olur Japon turist. Konuk olduğu evde hayli sıcak karşılanıp, dostça ağırlanır. Dahası var. Kalacağı apartmanın diğer sakinleri de Japon turiste ilgi gösterir, evlerine konuk almak isterler.

En iyi yatak onun için hazırlanır, sofrada baş köşe ona verilir ve rahat etmesi için elden gelen tüm çaba gösterilir. Bu ilgi karşısında çok mutlu olan Japon konuğumuz, zaten sempatiyle baktığı biz Türkler hakkında dostane duygularını daha da güçlendirir.

Bir gün konuk olduğu evin sahipleriyle trafiğe çıktıklarında şoförlerin yayalara, yayaların da trafik kurallarına karşı duyarsızlığı karşısında hayrete düşer. Hatta birlikte trafiğe çıktığı Türk arkadaşıyla bir başka şoförün araçtan inerek yaka paça olma durumuna geldiklerini görünce hem şaşkınlığı hem de üzüntüsü tavan yapar.

Şehir hayatı içinde belli bir sistematiğe göre yaşayan ve disiplini elden bırakmayan Japon dostumuz için durum çok da kabul edilebilir cinsten değildir ve şaşkınlığını medyaya da yansıyan demecinde şöyle izah eder:

‘‘Şu Türkler ne ilginç bir millet. Sevgide çok ileriler ama birbirlerine saygı duyma noktasında tamamen farklı bir ruh haline bürünebiliyorlar. Bu ülkede çok güzel günler geçirdim ama çok da ilginç durumlarla karşılaştım.’’

Benzer bir yaklaşımı Sabancı Üniversitesi’nin seçkin hocalarından Prof.Dr. Özgür Demirtaş da ortaya koydu geçtiğimiz günlerde. Prof. Demirtaş, aynen şöyle diyordu:

‘’Boston ve New York’ta 15 yıl okudum ve çalıştım. Şunu gördüm. Türkiye’de sevgi var, saygı yok; ABD’ de saygı var, sevgi yok. Türkiye’de ikisi olana kadar bir kanadım kırık.’’

Gerçekte hem sevginin hem saygının üst düzeyde yaşandığı, insan ilişkilerine yansıdığı ideal bir toplum var mıdır, bilmiyorum. Lakin bizim toplum için düşündüğümüzde, iki sözcüğün satırlarda sıkça yan yana getirildiğini hep görürüz.

Bir bayram tebriğinde, bir yeni yıl mesajında yahut bir doğum günü temennisinde muhatabımıza sevgi ve saygımızı iletmekten hiç geri kalmayız.

Sevgi ve saygı sözcüklerinin birbirini tamamlayan, birbirine yakışan niteliklerinden midir, yoksa insanoğlunun bu iki yüksek duyguyu bir arada görme isteğinden mi kaynaklanmaktadır, bilinmez. Ancak konunun ‘’İnsan ilişkilerinde sevgi mi önemlidir, saygı mı? ‘’ konulu bir münazara içeriğinden çok daha öte bir yanı var bana göre.

Sosyolojik, psikolojik ve hatta etimolojik olarak açıklanması gereken bir durum söz konusu.

Saygı sözcüğünün tanımında ne yazıyor, buna bakalım biraz.

Saygı : Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı ve kutsallığı dolayısıyla bir kimseye ve bir şeye karşı dikkatli, özenli ve ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet ve ihtiram.

Yani aslında hem sevgi kaynaklı hem de insanı özenli davranmaya iten bir durum var ortada. Bir kutsal kitaba, yaşlı bir insana saygı duyabileceğimiz gibi, insanlığa hizmet etmiş hiç tanımadığımız bir kişiye de saygı duyma gibi insancıl yaklaşım sergileyebiliriz pekâlâ.

Tabi bunu yapabilmek için de egosunu yenmiş olmak, ruhsal gelişim seviyesini belli bir düzeye taşımış olmak lâzım. Zira başkasının başarısına şapka çıkarmak, onun kişiliğine saygıyla yaklaşmak yüksek bir karakter gerektirir.

Trafikte, iş ve okul hayatında, bazen de sosyal yaşamın herhangi bir alanında birbirimize yeterince saygılı olmayı beceremeyişimiz,  empati davranış biçimini hayatımızda yeterince uygulamayışımız, bu davranış biçimini yeterince alışkanlık haline getirmeyişimizden kaynaklanıyor olsa gerek.

Oysa bizim hem inanç değerlerimizde hem kültürel kodlarımızda yaşlıya, çocuğa ve kadına saygı ön plândadır. Kendi yakınlarımız için gösterdiğimiz sevgi kaynaklı saygı elbette gerekli. Ancak hiç tanımadığımız insanlara karşı da saygı göstermeyi becerebilmeliyiz. Üstelik bu saygı gösterisi, bizden üst bir makam sahibine gösterilen ‘mecburi saygı’ tarzı bir davranış olmamalı, tamamen empatiye dayalı bir saygı duyuş biçimi olmalıdır. Belki de tekâmül dediğimiz sosyal gelişmişlik düzeyimiz, ancak bu şekilde ilerleyebilir.

Aşkın ve sevginin de ön koşuludur aslında. Saygı olmadan insan aşka varamaz, sevgiyi sürdüremez. Karşısındakinin değerini bilen ve onu takdir edebilen kişi, sevgiyi de hayata geçirmiş olur.

Bu iki yüce duygu, yani hem sevgi hem de saygı insan hayatına girdiğinde nezaket de beraberinde gelmiş olur. Boşuna şikâyet etmiyoruz toplumda nazik ve kibar insan sayısının çok çok az olduğundan.

Kırkayak hikayesini hatırlayalım.

Kırkayak üzgünmüş, niye bozuluyorsun diye sormuşlar. Yanıt vermiş, dünyada nezaket ve saygı diye bir şey kalmadı, kalabalık yerlerde herkes ayaklarıma basıyor, üzülüyorum.

Yaşadığımız gezegeni daha yaşanabilir kılmak biraz da bizim elimizde, bunun da yolu insanlara karşı saygılı duymaktan ve ölçülü davranmayı bir yaşam tarzı haline getirmekten geçiyor.

Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle sevgiyle ve huzurla kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları