Ahmet KIZILKAYA

OKULDAN MEZUN OLUYORUZ, HAYATTAN DEĞİL

Ahmet KIZILKAYA

İnsanoğlu daima bir yere ait olmayı istiyor. Kimi insanlar sosyalleşmek adına, kimileri bir güç odağının etrafında toplanıp kendini koruma altına almak maksadıyla, bazı insanlar da ortak duyguları paylaşmak için bir yerlerde kümeleniyor.

Bu anlamda dini inanç grupları, spor kulüpleri, siyasal partiler ve dernekler insanların bir araya gelip kendilerini ifade ettikleri ve toplandıkları birer buluşma noktası. Aidiyet duygusu da böyle başlıyor bir bakıma.

Kim nerde ne kadar sağlam durabiliyor, kim ne kadar kalıcı olabiliyor, kim umduğunu ve aradığını buralarda bulabiliyor bilmem, ama bildiğim bir şey var ki kalıcı dostluklar ancak zaman içerisinde gelişiyor ve sağlam temellere oturuyor.

Hemen hepimizin çocukluktan gençlik yıllarımıza kadar hayatımıza direkt etki eden okullar var. Bu eğitim kurumları bütün bir hayatımıza bu anlamda damga vuran en önemli yerler. Aidiyet duygusu da paylaşmak da en çok buralarda anlam kazanıyor.

Henüz süt çocuğu sayılabilecek yaşlardan başlayan eğitim hayatımız, mesleki kariyer edinme noktasına kadar devam ederken farklı sosyal çevrelerden, farklı kültürlerden gelen bireyler olarak farkında olmadan sonraki yıllara sarkacak sağlam dostlukların temellerini atıyoruz.

Bu, belki o yıllarda çok fark edilmiyor. Hatta yaşadığımız birtakım sıkıntılar, hüzünlü ve can sıkıcı olaylar bizi bitkin de düşürebiliyor. Ancak kişilikler oturup, yaşamın anlamı kavrandığında tam anlamıyla farkında olmasak bile dostluk bağları ilmek ilmek örülüyor.

Hiç unutmam, lise öğretmenlerimden biri bana, lise ve asker arkadaşlığının asla unutulmadığını söylemişti. Bu bakış açısının ne kadar doğru olduğunu 2012 yılında yaptığımız Elazığ Liseliler Buluşması’nda ben de bizzat görmüş ve yıllar sonra bir araya geldiğim okul ve sıra arkadaşlarımla çok güçlü bir sevgi bağımız olduğuna tanıklık etmiştim.

İtiraf etmeliyim ki en az onun kadar, hatta ondan daha ileri duygusal anları,  üç dört gün önce gerçekleştirdiğimiz ‘Fırat Üniversitesi  Edebiyat Fakültesi 1991 Mezunları Günü’ nde yaşadım.

Uzun seneler önce yurdun çeşitli yerlerinden gelerek Edebiyat Fakültesi’nin sıralarında birlikte oturduğumuz, ama mezuniyet sonrası hemen hiçbiriyle tekrar görüşemediğimiz birçok arkadaşımızla yıllar sonra bir araya gelmenin derin hazzını ve duygusal yoğunluğunu yaşadık.

Belki okurken bu kadar birbirimizin farkında değildik. Belki, özellikle başka illerden gelen öğrenci arkadaşlarımızla yeterince ilgilenemedik. Ancak kaderin bizi buluşturduğu bu yerde meğer ne güçlü bağlarla birbirimize bağlanmışız da haberimiz yokmuş.

İnsana en yaraşır duygular olduğuna kesin inandığım sevgi ve paylaşmak arzusu ön plana çıktığında yüzlerce kilometre yolun ve geçen uzun yılların bir hükmü kalmıyor ve tekrardan bir araya gelebiliyor insanoğlu.

Doğan Cüceloğlu üstadın kitaplarında sıklıkla bahsettiği  ‘içimizdeki çocuk’ meğer hiç büyümüyormuş. Zaman üzerimizdeki elbiseleri soldursa, saçlarımıza aklar düşürse, alınlarımızda derin çizgiler oluştursa da içimizdeki o yaşam enerjisinden zerre kopartamıyormuş

Bunu benimle birlikte bu buluşmada bulunan çok sevdiğim arkadaşlarım da muhakkak tespit etmişlerdir.

Okula ilk başladığımız günlerde henüz 17-18 yaşlarındayken doğal bir koruma refleksiyle birbirimize mesafeli dururken  ‘yetişkin’ edası takınmıştık. Yaş alıp daha olgunlaştıkça içimizdeki çocuk açığa çıktı. Ne garip değil mi?

 Kendi adıma şunu söyleyebilirim ki bu buluşmada birçok arkadaşımı yeniden keşfettim. Dersliklerde, kampüs içinde ve yemekhanede yan yana, yüz yüze geldiğim arkadaşlarım, yıllar sonra anladım ki çok özel, çok nitelikli ve yüce gönüllü insanlarmış.

Giresun’dan Tanzer’i, Afyon’dan Aynur Necla’yı, Ordu’dan Gülseren’i, Osmaniye’den Cuma’yı, Adana’dan Fevziye, Bingöl’den İbrahim Halil, Sivas’tan Mehtap, Malatya’dan Birol ve yine Osmaniye’den Suna’yı tanımakla ne büyük kazancım olmuş, bunu bu buluşmada anladım.

Elazığ’dan yakın mahallerin çocukları olarak o günlerden bu yaşlara kadar kader birliği ettiğimiz Sevgi, Sevcanur, Özgül, Ayyıldız, Ayşe, Yasemin, Şadiye, Zülfü, Hasan ve bendeniz bu arkadaşlarımızla meğer ne güzel bir aile olmuşuz da haberimiz yokmuş.

O yıllarda bizim daha iyi eğitim almamız için ellerinden geleni yapan fedakâr hocalarımız, Sn. Tuncer Gülensoy, Sn. Ahmet Buran, Sn. Ramazan Korkmaz, Sn. Zafer Önler, Sn. İbrahim Kavaz,  Sn. Namık Açıkgöz, Sn. Muhtar Kutlu, Sn. Esma Şimşek, Sn. Sabahattin Küçük, Sn. Naci Onur ve merhum hocamız Sn. İsmail Çetişli meğer ne güzel insanlarmış.

Bütün bunları, içimizdeki çocuk açığa çıktığında anlayabildik.  Hakikaten çocuk deyip de geçmemek lazım!

Dersliklerdeki sıralara yıllar sonra oturduğumuz bu buluşmada bazen taklitlerini yaparak bazen de bizimle ilgili diyaloglarını dillendirdiğimiz bu güzel insanların önünde saygıyla eğiliyorum.

Buluşma etkinliğine katılımlarıyla renk katan hepsi birbirinden değerli arkadaşlarıma en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.

Galiba zaman bazı şeylerin daha iyi anlaşılmasına imkân tanıyor.

Galiba aile olmak sadece kan bağıyla gerçekleşmiyor.

Ve galiba içimizdeki çocuk hiç büyümüyor.

En önemlisi de okuldan mezun oluyoruz ama hayattan mezun olmuyor, hep öğrenci kalıyoruz.

Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle sevgiyle ve huzurla kalın.

 

Yazarın Diğer Yazıları