YANLIŞ ANLADIK, YANLIŞ ANLAŞILDIK!

Varlık sebebimizi yitirdiğimizden bu yana geçen süre yaklaşık üç buçuk asır

YANLIŞ ANLADIK, YANLIŞ ANLAŞILDIK!
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Varlık sebebimizi yitirdiğimizden bu yana geçen süre yaklaşık üç buçuk asır. Bir başka ifadeyle medeniyetimizin mirasından kalan bakiyeleri tükettiğimizin üzerinden geçen çok uzun bir zaman dilimi. Birkaç devletin hatta bir imparatorluğun ömrüne sığabilecek kadar uzun bir zamanda hala yeniden varlık sebebimizi ortaya koyma arayışı içindeyiz ne yazık ki.

Hızla tüketilen değerlerin ve bunun çok daha ötesinde yozlaştırılan ve erozyona uğratılmış çok zengin bir kültürden ilkel dürtüler sarmalına hapsolmuş vahşi modernizmin(!) barbar hislerinde köleleştirilen bireyin her şeyiyle teslim olduğu egemen Batıya doğru yürüyüşümüzden(!) geriye kalan sadece acı hatıralar…

Değişimi, dönüşümü ve ilerlemeyi kemiyette arayan ve bu uğurda toplumun sosyal manada intiharına neden olan sözde aydınlanmacı Batı taklitçisi çürümüş bir neslin varlığı bir karabulut gibi üzerimizde uzun bir süre gezinip durdu. Nükseden her toplumsal hastalıkta çareyi kıyafet değişikliklerinde arayan bir zümrenin yani batılılaşmayı yanlış anlayanların devrinin sonunun geldiğini görüyoruz. Bu girdaptan tam üç buçuk asırdır kurtaramadık kendimizi de toplumu da. Batının güdümüne bireyi ve toplumu teslim edenler dillendirdikleri sözde muasır medeniyet yanılsamasıyla medeniyetimizin değerlerini törpülediklerinin farkına varamadılar. Maddi ve manevi manada irtifa kaybeden ümmetin fertleri olarak acizliğimizi ve çaresizliğimizi belli ölçüler içine sığdırdığımız ve bize bu yeter diyerek yine teslimiyetçi bir anlayışla bir kurtarıcı gelsin diye dua edip bekledik sadece. Bu durumu üstad Necip Fazıl Muhasebe şiirinde ne güzel ifade ediyor.

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana; 
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana. 
Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde? 
Bazı geriden gelen, yüz bin devir ilerde! 
Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak! 
Bir saman kâğıdından, bütün iş kopya almak; 

 

Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu mefkuresi, Sezai Karakoç’un Diriliş mefkuresi kavgası işi sadece mana anlamında arayanların yanılgısını ifade etmeye yetmez mi?

Daha anlaşılır olması düşüncesiyle şöyle birkaç soru ile meseleyi izah etmeye çalışalım.

Mesela Peygamberin maneviyatını sorgulayabilir miyiz? Şeklinde bir soru ile karşılaştığımızda vereceğimiz cevap kesin ve net olacaktır. Tabii ki hayır! Ama savaş meydanına zırhıyla çıkmak zorunda kalan bir peygamber örneği duruyor karşımızda. Yani her şeye rağmen yine de silaha, güce ve temkinli davranmaya ihtiyacımız var.

“Düşmanın silahı ile silahlanın” hadisi ise bize daha ironik bir şekilde başka bir bakış açısı getirmiyor mu?

Evet! Modernizmin hayat tarzına hapsolmuş Müslüman birey son üç buçuk asırda kendi buhranını yaşarken diğer taraftan da bütün değerlerini birer birer tüketerek var olmayı kabuk değişikliğinde arama yolunu seçti. Bu hastalık bireyle birlikte topluma ve oradan da devlete sirayet etti.

İbni Haldun; insanların doğal ömürlerinin 120 yıl olduğunu, bu sürenin yaklaşık olarak devlet için de aynı olduğunu ileri sürer. Yani devletlerin azami ömrü de, insanların azami ömrü olan 120 yıldır. Ona göre hiçbir güç bu doğal ömrün sona ermesini engelleyemez.

İbni Haldun’a göre bir devlet kurulduktan sonra “büyüme, olgunlaşma ve yıkılma”nın doğal ve zorunlu yasasına tabi olur. Mukaddime’de bir devletin kuruluş, yükseliş ve çöküş aşamaları özetle şu şekilde betimlenir:

İlk aşama, yerleşik bir yönetimin elinden askerî üstünlükle devleti ele geçirme, yani fetih aşamasıdır. Bu aşamada asabiye bağları oldukça güçlüdür.

İkinci aşamada hükümdar, egemenliği sadece kendine özgü kılacak biçimde yönetimi akrabalık ilişkilerinden soyutlama işine girişir ve gücü tekeline alarak mutlak hükümdar olur.

Üçüncü aşama yükseliş aşaması olup ekonomik refahın arttığı ve buna paralel olarak kültürel unsurların geliştiği aşamadır.

Dördüncü aşama istikrar ve barışın egemen olduğu, yönetimde yenilikçi hiçbir hareketin görülmediği eski yönetimlerin taklit edildiği ve bundan ayrılmanın devleti yıkacağına inanıldığı aşamadır.

Son olarak çöküş aşaması ise, hükümdarın ekonomik ve toplumsal ilişkileri kişisel arzularına göre yönetmeye başlamasıyla birlikte devlette iyileşmesi olanaklı olmayan hastalıkların ortaya çıkmaya başladığı ve devletin yıkılışa geçtiği aşamadır.

 

İbni Haldun’un tespiti çok yerinde ve isabetli bir tespittir. Hafızalarımızı şöyle bir yokladığımızda tarihte var olan devletlerin ve imparatorlukların İbni Haldun’un bu tespitine muhatap olduklarını rahatlıkla görebiliriz. Bu durum Roma İmparatorluğunda da böyledir, Osmanlı’da da, Türkiye Cumhuriyetinde böyledir.

 

Üçüncü bin yılın ilk eşiğine girerken yeni bir Müslüman kimlik, yeni bir ümmet anlayışı ve yeni bir devlet ve yeniden dünyayı yönetme arzusu taşıyan küresel politik argümanlar ortaya koymaya ihtiyacımız var. Coğrafyamızda yüzleştiğimiz olgular ve olaylar bunun böyle olması gerektiğini bizlere yeterince ifade etmiyor mu?

 

2023 perspektifini yeni kuşağın öncülüğünde hedefine ulaştırmamız gerekiyor. Bunun için öncelikle o savaş meydanına girmeden önce o zırha yeniden sahip olmalıyız. Zırh olmadan savaş meydanında varlık sebebimizi ortaya koyamayız. Büyük Türkiye Mefkuresi düşüncesini ortaya koyarsak haydigererimizi gerçekleştirmemek için bir sebebimiz kalmaz. Bunun için de gaza gelmeye, getirilmeye ihtiyacımız yok. Bu oyunu yıllarca zaten birileri bizlere oynadı ve oyaladı bu ümmeti. Artık gerçeklerle yüzleşme vakti gelmiştir. O zırhı imal edip ondan sonra savaş meydanına ineceğiz. Başka çaremiz yok. Ama bizden öncekiler gibi değerlerimizi yitirmeden tabii ki!

Kalın sağlıcakla.