YAĞMA HASAN'IN BÖREĞİ Mİ ZANNETTİNİZ!
Ülkemizde başkanlık sistemi gündeme geldiğinde düşünmeden, tartışmadan, anlamadan itiraz eden önemli bir kesim var
Ülkemizde başkanlık sistemi gündeme geldiğinde düşünmeden, tartışmadan, anlamadan itiraz eden önemli bir kesim var. Aslında aynı duyguları paylaşmayan, birbirine taban tabana zıt farklı fraksiyonlardaki siyasi hareketlerin ülkemiz için kaçınılmaz olan başkanlık sistemine olan itirazlarını anlamamak için çok fazla çaba harcamaya gerek yok sanırım. Başkanlık sistemine itirazı olan siyasal anlayışların genel anlamda bu meseleye itiraz etmelerindeki temel sebep böyle bir sistemde bir daha iktidar olamayacaklarına inanmış olmalarıdır. Oysaki parlamenter sistemde en azından koalisyonla iktidara gelme şanslarının olduğunu biliyorlar. İşin samimiyet ölçüsünde başkanlık sistemine bakışları değerlendirildiğinde ise düşündürücü bir sonuç ortaya çıkıyor. Bir başka ifadeyle; bu anlayıştaki siyasi partiler tutundukları olumsuz tutumlarıyla ülkemiz için her yönüyle istikrar unsuru olacağına inandığımız başkanlık sistemine karşı ülke menfaatlerinden ziyade kendi kliklerinin menfaatine odaklanmışlardır. Kısacası millet adına üstlendikleri siyaset yapma görevini kötüye kullanma yolunu tercih etmişlerdir.
Her ülkede mevcut siyasi iktidarları yönlendiren elit bir zümre vardır. Bu zümre ülkenin sosyal, ekonomik ve kültürel kaynaklarını dolaylı yönden de her zaman elinde tutmaya gayret eder.
SETA Vakfınca yayınlanan "Türkiye'de Başkanlık Sistemi Tartışmaları" başlıklı raporda başkanlık sistemine karşı ısrarla karşı olan kesimlerle ilgili önemli saptamalarda bulunulmuştur. Rapordaki değerlendirmelere göre; “daha çok güçsüz, kırılgan ve istikrarsız hükümet yapılarından faydalanan ve çıkar alanlarını alışılagelmiş yöntemlerle koruyup devam ettiren, bürokratik, siyasal, ekonomik elitler; mevcut sistemin devamından yana olurlar ve genellikle siyasal yapıların güçlü olmasına direnç gösterirler. Ayrıca, siyasal sistemde istikrarı önceleyecek ve güçlü hükümetlerin devam etmesini mümkün kılacak düzenlemeye de en başından karşı çıkarlar. Türkiye’de toplumun büyük çoğunluğunun bir talebi olan yeni bir anayasa yapma fikrine her zaman karşı gelmişlerdir.”
Ayrıca yönetim erkini kuruluştan bu yana elinde bulunduran bu sözde elit kesim YÖK, HSYK, MGK, MİT, TSK gibi stratejik kurumları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı her zaman bilmiştir. Birinci derecede yakın akrabalarından başlamak üzere hiyerarşik bir düzen içinde bu kurumlarda hem akrabalarını istihdam etmişler hem de bu kurumların sağladığı sosyal ve ekonomik imkânlardan yararlanmışlardır.
Yıllarca müesses nizama yakın elitler tarafından yönlendirilen Türkiye siyaseti üçüncü bin yılın başında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN liderliğinde ortaya çıkan ve kuruluşundan bir yıl sonra iktidara gelen yepyeni bir anlayışa sahip siyasi hareket bu elit grubu iktidar erkinin nüfuz alanından çıkarmak için çok büyük uğraşlar verdi. Bunu gören bu elit yapı iktidar olan siyasal erki bertaraf etmek, edemezse bile evrimleştirmek gerektiğine inandı. Ve oyun üstüne oyunlarla egemen oldukları stratejik kurumlar vasıtasıyla hizaya sokmak için her yolu deneme yoluna gittiler. Neticede kendileri bertaraf oldular ancak onları bertaraf ettiğine inanılan yapı bu kez kendisi bu kurumlara yerleşti. Bugün karşımıza FETÖ diye çıkan üçüncü bin yılın en alçak ihanet çetesinin yandaşları da bu elit yapı ile birlikte başkanlık sistemini kişiler üzerinden tartışmaya açarak toplum üzerinde algı operasyonu başlatmış görünüyorlar.
Amaç parlamenter sistem içerisinde kendilerine yeni yaşama alanları açabileceklerine ve bunu kısa bir vade olmasa bile uzun vade gerçekleştirebileceklerine inanmalarıdır. Şayet Türkiye başkanlık sistemine geçerse siyasal iktidar erkini baskılarla, şantajlarla ve en önemlisi de kurumlara yerleştirip satın aldıkları adamlarla dizayn edemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Çünkü cumhuriyet kurulalı bu iş böyle kurgulanmıştı birileri tarafından!
Başkanlık sistemine reddiyelerini sıralayanların temelde dile getiremedikleri ancak başkanlık sistemine karşı olmalarının yegâne sebebi aslında Türkiye’de ki seçmen demografisinin % 70’e % 30 şeklinde homojenleşerek bir çizgide sabit şekilde kümelenmesidir. Daha açık bir ifadeyle muhafazakâr seçmenin tartışılmaz hâkimiyeti ülkedeki sosyal demokrat ve marjinal gruplar üzerinde özgüven sorunu oluşturdu. Yani muhafazakâr/sağ seçmenin tartışılmaz üstünlüğünün aşikâr olduğu ve nüfusunun yüzde doksan beşinin Müslüman olduğu bir ülkede toplumun dokusuna uymayan ideolojik yaklaşımlı siyaset anlayışlarının yaşama şansının olmayacağını onlarda biliyor. Netice de seçimle yapamayacaklarını anlayınca başka yöntemlere başvurmak suretiyle müesses nizamı onlarca yıl zapturapt altına aldılar. Ta ki bu durumun Recep Tayyip ERDOĞAN’la birlikte bozulacağına inanana kadar!
Aslında yamalı bir bohçaya dönen parlamenter sistemimizin yıllardır tartışılmaması düşündürücü değil mi? Onlarca kez değiştirilen seçim sisteminin bu ülkeye istikrar getirdiğini söylemek ütopyadan öteye geçemez. Her daim bozulan siyasi, sosyal ve ekonomik yapı bu ülkeyi üçüncü dünya ülkesi eşiğine getirmedi mi? En önemlisi de terör belası bu ülkeye yine parlamenter sistem sayesinde bu noktaya gelmedi mi? En kötüsü de terörün şiddeti her geçen gün artmaya da devam ediyor. Çözüm üretmenin bu parlamenter sistemde kolay olmadığını hep birlikte görüyoruz.
Türkiye ekonomisini yıllarca İMF’ye teslim edip ülkeyi her yönüyle Batının ve ABD’nin laboratuarı haline getirenler işin renginin değiştiğini anlamışa benziyorlar.
Bu ülkenin sadece bulunduğu coğrafyada değil dünyada küresel bir oyuncu olmasını istemeyenler ve yükselişini hazmedemeyenler büyük satranç tahtasında piyon olmaya devam ediyor.
Ülkeyi Yağma Hasan’ın Böreği olarak gören güruhların artık kendi dönemlerinin kapandığını iyice anlaması gerekiyor. Aksi takdir de bu millet kendi üzerinde hesap yapanlara ders vermekten asla usanmaz. Bizden söylemesi!
Kalın sağlıcakla.
NOT: Başkanlık sistemini daha farklı boyutlarıyla ele alarak kamuoyunu aydınlatmaya devam edeceğiz inşdigerah!