Vefatının 87. Yılında Akif'i Yeniden Okumak!

Prof. Dr. Fatih Arslan vefatının  87. yılında İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy'u anlattı.

Vefatının  87. Yılında Akif'i Yeniden Okumak!

Fırat Üniversitesi  İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Fatih Arslan hocamızla  vefatının 87. Yılında Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde önemli figürlerinden olan İstiklal Marşı yazarımız Mehmet Akif Ersoy’u konuştuk.

Arslan “Yahya Kemal’in tespitiyle, “İslam ahlak ve akaidinin şairidir, İslam’ın şiirinin şairi değildir. İslamın şiirinin şairi olsaydı vaiz gibi değil şair gibi şiirler yazardı.” Belki Akif’te ahlaka ve imana dayalı İslam, aynı tematik yönelimi olan diğer şairlerimizde Yahya Kemal, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç gibi estetize edilmiş bir dünya olarak karşımıza çıkar. Yani İslam’ı birbirinden farklı söylemler, kurumlar ve pratikler olarak algılarlar. Hatta Akif bile “Safahatımda şiir arıyorsan, arama!” demiştir çevresindeki insanlara. Öncelikle Akif’i mademki yeniden keşfetmek değil yeniden okumak niyetindeyiz şimdiye kadar kendisine biçilen standart algıyı sorgulamamız gerekir” dedi.

Vefatının  87. Yılında Akif'i Yeniden Okumak!

Mehmet Akif’in gerçek bir milli romantik şahsiyet olduğunu dile getiren Arslan “ İdealisttir; saf şiiri arka plana itecek kadar. Saf şiir öğretmez, hissettirir; göstermez, sezdirir; açık değil kapalıdır; anlam eserden çok okuyucuya bağlıdır. Ama Akif’in şiiri, okuyucusunun ruh halinden çok metne bağlıdır. “dil” den çok söze sırtını dayamış, ideali ve kendisine verildiğini kabullendiği hususlar adına şiiriyet cevherini iradesiyle susturan bir insandır. Samimiyet ve mesuliyet arasında şiir tepelerini kurar. Bu yüzden şiirin genel görür kabullerinden uzaklaşır. Belki daha radikal bir ifadeyle şair değildir. Akif, olmayı da istememiştir. Bir ruh adamıdır o. Sosyal tasarım kuramcısıdır. Kültür eyleyicisidir. “Hakikat” muştusudur. Dağılan ve yeniden oluşumun bütün dingin temayüllerini toplamaya çalışan Anadolu realitesini salt gerçek merkezli algıyla aktarır. Onun şiiri iki kültür yapısı arasında sıkışan toplum katmanlarına alternatif bir uyum seansıdır. İki cevherden beslenir bu seans: Milli kimlik ve modern İslam algısı. Daha doğrusu İslam’ın gerçek algısından. Yeni bir “insan” dır amacı ve Asım neslidir kendisinde var olan. Sosyal ve fonksiyonel şiir merkezli bir algısı vardır. Söylenenlerin aksine Akif İslamcı bir şair değildir; hatta İslam’ın özünü yanlış anlayanlara karşı son derece sert eleştiriler getiren bir vatan şairidir. İyi bir kul olmakla iyi bir vatandaş olmak endişesi onda hep beraber yürümüş ve birbirini tamamlamıştır” diye konuştu.

Arslan  “I.Dünya Savaşı’nın Türkiye aleyhine sonuçlanması şairi üzmüş, bu üzüntü aslında yeni bir devletin kurulma sevinciyle hemhal olmuştur. Anadolu kurtuluş hareketi ile temasa geçen şair, Hind bilginlerinden Hüseyin Kıdvay’ın Türk Kurtuluş mücadelesini öven İngilizce eserini damadı Ömer Rıza Doğrul’a tercüme ettirip bastırmış ve halkına ulaştırmıştır. Akif’e göre medeniyetin gerçek kaynağı Müslüman Doğu’dur. Ona medeni üstünlüğünü kaybettiren sebepler ise “taassub, cehalet, sebatsızlık, tembellik ve özgüven eksikliği”dir. Ancak bu idealleri önce Osmanlı içindeki Müslüman unsurların başkaldırması, arkasından da yeni Türkiye Cumhuriyet’in temellerini temsil eden Atatürk öğretilerinin yeni yapılanmaya tesir etmesi daha mantıklı bir tutarlılığa çekmesine neden olmuştur. Şair siyasi düşüncesi (İslam) ve duygusal merkezi (Halkçı/vatansever) arasında bir ideal dualitesi yaşamıştır” ifadelerini kullandı.

Mehmet Akif Ersoy’un  kaynağını halktan alan bir ayrıntı şairi olduğunu vurgulayan Arslan “Öyküye yaklaşan pek çok anlatısında devrin en grift yapıtaşlarını, en dolambaçlı sosyal algılarını büyük bir ustalıkla işler. Sanki hayatın ta kendisi demek adına isimler ve içerik realitenin ta kendisi oluverir. Akif’in ruhu bir bakarsınız Paşa olur, Küfeci çocuk olur, Neyzen Teyfik olur, Seyfi Baba olur ve nihayetinde Asım olur ve Asım’da bulur, ruh durulur. Yeni Türkiyeli algısının prototipidir Asım. Vatanı olan bir milletin ve vatanlaşan bir milletin uçbeyidir. Ve gelecek bu uçbeyinin dünyasında hayat bulacaktır. Ziya Gökalp’in ifadesiyle o “şiir devrinde değil şuur devrinde” yaşadığının fazlasıyla farkındadır. Üstelik farkındalıklarıyla sanat algısını kurar. Hatta yazdıkları sanat ve hayat arasında arafta kalmış değerler katmanıdır. O yüzden Akif’i şiirden, sanattan koparabilir farklı değerlendirme ölçütleriyle karşılayabilirsiniz; ama asla ruh adam, vatanlaşan Türkiye’nin varlık özü kimliğinden sıyıramazsınız. Günlük hayatında bir karıncayı incitmekten korkan bu Çelebi insan millet, vatan, din söz konusu olunca adeta büyüyen, taşan kar tanesinin nahifliğinden bir anda çığa dönüşen bir dava insanına dönüşür” diyerek sözlerini tamamladı.