UNUTULMASI MÜMKÜN OLMAYAN GÜNLER - I -
24 MAYIS 33 ŞEHİT
Bazı hadiseler vardır unutulmaz ve unutulamazlar
24 MAYIS 33 ŞEHİT
Bazı hadiseler vardır unutulmaz ve unutulamazlar.
Ne kadar uğraşırsanız uğraşınız içinizdeki kanayan o yaraya kabuk bağlatamazsınız.
Kanar durur o yara içinizde.
O hadiseyi, o hadisenin yaşandığı günü unutmamak ve unutturmamak içinde çaba sarf eder durursunuz.
İşte benim bu günkü çabamda budur.
Bugünü unutmamak, unutturmamaktır.
Her yıl 24 Mayısta “Yirmi Dört Mayıs ve Otuz Üç Şehit” Başlığı altında aşağıda okuyacağınız yazıyı yazmadan duramam.
İşte o yazı;
***
“Tarih 24 Mayıs 1993…
Elazığ’dan Bingöl istikametine ardı ardına giden üç otobüs…
Bu otobüslerde Malatya ve Elazığ’da iki aylık eğitimini tamamlayan sivil giyinişli askerler vardı.
Daha iki aylık askerler bazılarının eline tüfek bile değmemiş askerler…
Ana kucağından, baba ocağından ayrılan gencecik fidan gibi askerler.
Doksan kişilik bu grup dağıtıma gidiyor kimisi Muş’a, kimisi Bingöl’e, kimisi Siirt’e, kimisi Van’a gidiyor. Peygamber ocağı dediğimiz askerlik ocağında vatanını yurdunu beklemeye gidiyorlardı.
***
Otobüsün ilk iki sırasında Konyalı Erkan Kaçar, Ali Arar, İlyas Uyar, Hilmi Şahin, İbrahim Ertan ve Mustafa Yılmaz biri birlerinin omuzlarına yaslanmış uyumaya, biri birlerinden memleketin kokusunu almaya çalışıyorlar.
Bir arka sırada Denizli’den Ramazan Akkaya, Mehmet Öztürk, Ahmet Apak, Hüseyin Çelik ve Ercan Çobanoğlu Deniz’linin ya aynı mahdigeresinden ya aynı okulundan, yâda aynı köyünden arkadaşlar. Onlarda otobüste aynı sıradalar. Onlarda başlarını arkadaşlarının omzuna dayamış vatan hizmetine giden vatan yolunda uyuyorlar.
Kastamonu’dan Nihat Odabaşı, Âdem Zöngür ve Uğur Bozacı,
Kırıkkale’den Murat Elibol,
Çanakkale’den Baki Mutlu ve Aydın Kuzey,
Hatay’dan Hasan Gültutan, yarı uykulu, yarı uyanıklar.
Samsun’dan Cavit Yaman ile mahdigere arkadaşı Şenol Cansız Samsun limanında demirli Atatürk’ün bandırma vapurunu anlatıyorlar.
İstanbul’dan Ünal Kalafat ve Uğur Bozacı kısık bir sesle konuşuyorlar. Geride bıraktıklarını yavuklularını anlatıyorlar.
Manisa’dan Ahmet Aran elindeki küçücük cep defterine bir şeyler yazıyor.
Isparta’dan Selahattin Aysan
Afyon Karahisar’dan Birol irfan Aşkan kendi aralarında şakalaşıyorlar Antalya’dan Abdullah Kara.
Malatya’dan Hikmet Özdemir,
Adana’dan Mehmet Tura derin bir uykudalar.
***
Başlarına yakılan kınalar kurumadan Çanakkale’ye gider gibi Doğuya ve Güneydoğu’ya gidiyorlar. Bölük pörçük uykularında rüyalar görüyorlar. Yavuklularını, arkadaşlarını, kardeşlerini görüyorlar. Başlarında silahlı muhafızlar bile yok. Bellerinde silahları, ellerinde tüfekleri yok. Asker desen asker değiller sivil desen sivil değiller. Daha on dokuz yirmi yaşlarındalar bu kınalı kuzular.
Onlara “Haydi oğul vatan senden hizmet bekliyor koş vatan hizmetine” denilmiş onlarda gençlik uykusundan uyanarak, ana kucağından kalkarak vatan hizmetine koşmuşlar. Birliklerine, kışlalarına gidiyorlar.
***
Otobüs Elazığ - Bingöl Karayolunda gecenin karanlığını yararcasına yol alıyordu. Bingöl’e on kilometre kala saatler gecenin 01’ini gösterdiğinde 50-60 kişilik bir hainler gurubu yolu kesiyor. Otobüs durduruluyor, kapısı açılıyor, “İnin aşağı” diye hain bir ağızdan hain bir komut çıkıyor.
Uyku mahmurluğu içerisindeki ana kuzuları ne olduğunu bile anlamadan otobüsten iniyorlar. Arkadan gelen otobüslerde bekleniyor onlarda durdurulup doksan asker, doksan vatan evladı, doksan kınalı kuzu teker teker otobüslerden inip yol kenarında sıraya diziliyorlar.
PKK denilen kanlı çetenin başındaki (Büyük ihtimdigere Şemdin Sakık) muzaffer bir komutan edasıyla PKK lehine söylemlerde bulunuyor, Türk milletine Türk askerine Türk devletine yönelik ihanet dolu konuşmalar yapıyor, askerleri bölgelere göre ayrılıyor.
Kendilerine göre batılı dedikleri askerleri bir araya getirdiklerinde kendisi susuyor kaleşnikoflar konuşuyordu. Otomatik silah sesleri gecenin karanlığını delip Konya’ya, Samsun’a Manisa’ya, Hatay’a varıyordu. Hain parmakların çektiği her tetik bir canı bedenden ayırıyordu. Analar rüyalarında kınalı kuzularını görürken kınalı kuzular teker teker ddigerarından koparılıyordu. Her bedene elliden fazla mermi isabet etmişti.
Bu olayın bir benzerini 1963 yılında Kıbrıs’ta Rumlar, 1915 yılında Çanakkale’de İngilizler, Fransızlar ve Yunanlılar yapmışlardı.
Demek oluyordu ki bu tetiği çekenler Yunanlılardan da, Ermenilerden de İngiliz ve Fransız gâvurlarından da daha hain, daha alçak ve daha şerefsizdiler.
***
Bu gece burada bir can pazarı yaşanıyordu. O kanlı gecenin o mübarek kahramanları ölümü görmelerine rağmen hiç birisinde korkunun izi görülmüyor. Biri birlerine sarılıyor kelime-i şahadetlerini getiriyor göğüslerine saplanan onlarca kirli kurşunla birer fidan misali biri birlerinin üzerine yıkılıyorlardı.
Göğüslerine aldıkları elliden fazla mermiyle son nefeslerinde “Vatan Sağ olsun” deyip can veriyorlardı.
Otuz üç vatan evladı, otuz üç can, otuz üç fidan.
Yüzükoyun üst üste yatıyorlar.
Ceplerinde ana babalarına, arkadaşlarına, yavuklularına yazdıkları ancak postaya veremedikleri mektupları al kanlara boyanıyordu.
Bedenlerinden akan mübarek kan oluk oluk akıyor. Akif’in dediği gibi “Bir hilal uğruna yarab ne güneşler batıyordu…”
***
O gece kapkaranlık bir geceydi.
O gece Bingöl dağlarında pusu ve ihanet kol kolaydı.
O gece vatanı bekleyenlerle vatana ihanet edenler karşı karşıyaydı.
Ve o gece hainlerin gecesiydi.
O gece Sarıkamış’taki gibi dondurucu ve öldürücü bir geceydi.
O gecenin karanlığında içimizdeki beyinsizlerin, içimizdeki hainlerin Rumlarla ve diğer dış mihraklı Türk düşmanlarıyla el ele verip kendi topraklarında kendi milletine kurdukları pusu vardı, ihanet vardı, alçaklık vardı, şerefsizlik vardı. Dahası insanlık tarihinin şahit olmadığı ve olamayacağı kadar bir kahpelik vardı...”
***
Devam edecek sevgili okurlarım. Bu yazı, bu yazgı devam edecek. Yarını bekleyiniz...