ÜLKÜCÜ OLALIM
Milliyetçilik ve ülkücülüğün elbette birçok tanımı ve tarifi yapılmıştır. Ancak benim en çok beğendiğim ülkücülük tanımı şu oldu hep: 'Ülkücülük, bulunduğu görev ve sorumluluk altında işini en iyi ve devleti ve milleti için en güzel şekilde yapmaktır.'
Ülkü kelimesini, sırf bir siyasi parti ve misyonu tanımlamaktan öte sözlük anlamıyla “ülkü” düzleminde ve nihai amaç ve hedef olarak düşünülürse yukarıdaki tanım aslında her bir siyasi görüşe mensup insanı da bağlar ve böyle olmasını salık verir.
Ülkücülüğün gerçek tanımından hareket ederek, her bir fert bulunduğu, hasbelkader de olsa geldiği makamı, bulunduğu görev ya da sıradan bir memuriyet, meslek, işçi, avukat, doktor, gazeteci, esnaf gibi mesleği ne olursa olsun en iyi şekilde yapmak ve ülkesi ve milletinin emrinde olmak en büyük ülkücülük olduğu kadar en büyük vatanseverlik ve memleketperverliktir.
Ülke ve insanlığa fayda sunma noktasında kendi sorumluluklarımızı ve görevlerimizi bir kenara bırakıp farklı alanlarda ve vadilerde at koşturmak belki heyecan verebilir bir süre ama sonuçta hem bize hem zamanımıza hem de ülkeye kayıplar verdiren nafile gayretler olarak yitiklerimiz olarak kayda geçer.
Bunların yanlışlığı ile birlikte bir başka bir sorun var ki o başlı başına patolojik bir vakadır. Adam bir şekilde bir imkân ve fırsat bulmuş, görüşlerini ifade edecek bir zemin ve mecra bulmuş, bu imkânı ve avantajı kendi şahsi çıkar, süfli emel ve heveslerinin emrine vermiş.
Konumunu ve mevkiini, mesleğini saygın bir şekilde yerine getirmek ve mesleki etik anlayışını hâkim kılmak yerine, tehdit ve şantaj aracı yapmış. “Benim dediğim gibi olmazsanız, benim emrimde ve yörüngemde olmazsanız sizi perişan ederim. Sizi yazıp çizer, kamuoyunda rezil eder, geleceğinizi bitiririm” cümlelerinin ve havasının hâkim olduğu bir zemin ve şahıs sıkıntılıdır ve hem tedaisi hem de ıslahı şarttır.
Sizce bu ruh hali normal midir? Ve sizce bu şantaja ve tehdit kim boyun eğer. Eğse bile ne kadar sürer bu durum. Elbette sürmez. Böyle tipler ne mesleğinde saygın olabilir ne çevresinde. Ne hüsn-ü kabul görür ne de iyi niyet beslenilir bu insanlara. Bu yöntemin ve gündemin mağduru olanlara kimsenin desteği de olmaz. Su testisi muamelesi yapılır ve yalnızlığının yalın çıplaklığı ve tüm sükût- ü hayali ile görür.
İyi niyetli eleştiriler ile kasıtlı ve bir amaca matuf eleştiriler kendini çok net açık belli eder. Kelimelerin seçilişinden bile çok iyi anlaşılabilir eleştiri mi yoksa kin ve nefretin mi ürünü olduğu.
Ve en çirkin olanı ise kin ve nefret dolu yapılan eleştirilerdeki tehdit ve şantaj havası ve ruhunun olması. Bu yol her zaman çıkmaz sokağa çıkar. Bu tarzı benimseyen ve buradan ekono0mik, sosyal ve statü arayışına girenleri hep hüsrana mahkûm eder.
İnsan samimi olmalı. Dostluğunda da ve düşmanlığında da... Konjonktürle davranışlar ve müzebzep tavırlar güven vermez hiç kimseye. Ve insan durduğu yerde durmalı, ağırlığı ile sabitkadem olmalı.
Evet, bir ülkümüz olmalı. Bu ülkümüz, kendi hedefimiz, gayemiz ve amacımız, bir başka deyimiyle bu kızıl elmamız; mesleğimizi en güzel, en faydalı ve en vicdani olarak yapmak ve bunun onur ve gururu yaşarken saygın, ölümden sonra da şükranla anılır olmak olmalıdır… Gerisi, kulağa hiç de hoş gelmeyen ve çevreyi gereksiz rahatsız eden karın gurultusu…